“Gözlerimden dışarıya bakan kim!” diyememişsek henüz, henüz yeterince kendimizden olmakla sınanmamışız demektir! Nedir kendimizden olmak; kendimizden olmak, adım adım kendimiz olmaktan uzaklaşmaktır. Öyle yavaş olur ki bu, çok insan kendinden kendinin koparılıp alındığını anlamaz bile. (Şimdi ben niye bu konuyu yazıyorum bilmiyorum ama gelişigüzel başladım ilk cümleyle.) Ve “aslında ne gerek var ki” diye şerh düştüğüm, vaktiyle kafa patlattığım bu konu, o tuhaf şiiri getiriyor aklıma; Oscar Wilde’ın mahkûm edildiği hapis cezası sırasında gördüğü bir mahkûmdan esinlenerek yazdığı “Oysa herkes öldürür sevdiğini…” diye başlayan şiiri diyorum. Kendinden kopuş işi, aslında bir tekamül oyunu, tekabüle hiç de pay bırakmayan. “Ben beni kaybettim, yaşarken seni” gibi değil ama. Tasavvuftaki fenâ hâlinde yine tekamülle ilgili olsa da muhatap olunan bir sevgili var en azından ve tabii kendini kaybetmeye değer bir denge. Kendinden kopuşta ise süreç çok acımasız. Uzun yıllara yayılan ve bir ömür olması da beklenmez olmayan, tüm aidiyet duygularının yok edildiği, kendinin bile kendin olmadığın, bir şekilde ölmeden önce öldürme operasyonu. Oyun içinde oyun kurmak da cabasıdır bak bu işin. Âşık ederek, hem âşık olduğunu da sana âşık ederek kurarlar bu oyunu. Daha doğrusu birbirine çok âşık olabilecek iki kişiyi karşılaştırırlar. Sonra mı? Sen misin birini kendine, kendini birine ait hisseden! “Ben bu oyunu bozarım”ı var mıdır bu işin derseniz, evet vardır. Oyunun bütün kurallarını öğrenip masanın sahibiyle iyi geçineceksin ya da yerse, masayı ele geçireceksin!
Eh, bizim tanıdığımız seven, “seven ne yapmaz” diye aşkın tarihini sil baştan yazarken, aynı zamanda herkes öldürüyordu sevdiğini! Nahif sevmelere kurban gidenlere yine de selam olsun. Sitem ederken bile ne diyordu nahifçe seven;
“Sana ey cânımın cânı efendim.
Kırıldım, küstüm, incindim, gücendim.”
Sevme biçimlerinin mecralarına doğru kaydı konu farkındayım. “Herkes kendisi gibi sever” de zaten benim cümlemdi. Tabii daha önce aynı cümleyi kuran oldu mu bilmiyorum. Hem şimdi hemen şu anda NLP konularına girip acıların kadını Bergen’den çıkarsam karışmam. Deli gibi sevmek ruhumuzda varsa deliyizdir bir şekilde ve gereğini de en delice… (Neyse, zamanı var. Toplum henüz hazır değil o minvalde şeylere ve bizim deliliğimize. Akıllılığın akıllılık sanıldığı hayatlar yaşanıyor henüz.) Zaten hüzünlerin kadını Fatıma kızı Zeynep’tir bizim için, hem kalbimizde hem de zihnimizde. Ve sevme biçimi demişken de Mevlânâ şiiri İsyan’a da bir bakmak gerekir. (Daha çok yere bakılır/bakarız ama her şeyi mi yazalım bir yazıya.)
“Sevgilim baş çeker, naz ederse,
Gamlara atar, kararsız korsa beni,
Bir kez olsun ah demem, inat için.
Ah’a da kızmışım ben.”
Fazla naz, âşığı usandırdı mı bilinmez ama bir ara belki vazgeçmek konusunu da yazıp falan diye düşünürken “anladım ki giderken bile sana geliyorum” da benim cümlemmiş ve geçenlerde bir muhabbet sırasında hafızası düzgün bir arkadaş söyledi onu da. Bıçak sırtı zaten bizde roman adı olacak kadar hayat buldu yeterince ve gereğince. Ama ve fakat aynı zamanda sesi güzel Yıldız Tilbe de Vazgeçtim şarkısında “Kaçtıkça sana geri dönüyorum.” diyordu. Bir de spiritüel bir laf vardı, “insanın kaçtığı şey” diye başlıyordu sanki de çıkaramadım şimdi. Hafızası zeval görmemiş arkadaşa sormam lazım onu da. Neyse, ne diyorduk, neyi yazıyorduk; çocukken Pazarköprü altında yakaladığımız balıklar mıydı konu yoksa biçer arkasından topladığımız gündöndü kafaları mıydı? (Gündöndü denildiği bilinen bir şey midir; günebakan, ayçiçeği gibi isimleri olan şeye. Hem o kış geceleri, maşıngada (sanırım kuzineli soba diye biliniyor insanlarca) tepsi içinde kavurulan çekirdeklerde kalan çocukluğuma asla değinmeyeceğim ve zaten Pazarköprü yolu üzerinde, kuyunun yakınlarındaki bir yerde, armut ağacı altında oturmuşluğumuz da çok eski ve çok eksik bir hikâye; mâzinin uzaklığını ve/fakat sevmelerin yakınlığını söyletmeyen. Öyle çocukluğu basit bir çocuk olamadık ki işte! Yıkılmadık ayaktayız desem kim inanır; cümlelerim bile devrik. Sonradan devrildi ama onlar da ve neyse ki dik başlıyız. Öyle miyiz ki! Henüz kendimken de galiba inattım ben ve sanki biraz da sevdalı gibi bazı şeylere. Hem mantar toplardım altı pembe olanlardan. Yine maşınga üzerinde pişerken suyu birikir, güzel kokar ve tuz sepelenirdi üzerine. Biz yine öyle yapar mıyız ki? Hem birlikte toplar, birlikte pişirir miyiz? Tamam, sen çekirdek kavurmaktan daha yanaysan onu da yaparız beraberce. Ama hep beraberce. Ve beraberce çocuk oluruz yine.