Yine kalbimi sıkıştıran bir kabusla uyandım güneş doğmamış bir güne. Sigara tutan buruşmuş ellerimle eskimiş penceremin pürüzlü tarafından izledim şehri. Kahvaltı diye bir öğün yoktu artık hayatımda. Öğlen yediğim çubuk makarnayla günlerimi sonlandırıyordum. Çubuk makarna kadar dik değil artık vücudum, kamburlaştım. Saçlarım da una bulandı çoktan. Göz altlarımın morluğu hiç geçmiyor. Kalbim her zamanki gibi çok ağır. Kaldıramıyor vicdanımın yükünü. Titreyen ellerimle her gün komodinin çekmecesini açarak kanla kazanılmış o mücevheri yokluyorum ve kırk yaz öncesi o geceye gidiyorum.
Ayın sonunu zorla getiren yirmi dört yaşında bir öğrenciydim o zamanlar. Beş parasız bir ailede doğmanın zararıyla dersten sonra ek iş bulur ve kendi harçlığımı çıkarırdım. Haziran’ın ilk cumartesi gecesi de davet verilen bir otelde hizmetçilik yapacaktım. Kendime yakıştırmadığım bir işti ama beş yıldızı bir otelde yapacağım bu iş bolca bahşiş anlamına gelirdi. Bu sayede ayın sonuna kadar bir daha çalışmak zorunda kalmazdım.
Monoton bir şekilde ilerleyen davet, gece yarısından sonra yakışıklı bir genç adamın yanıma yaklaşmasıyla bambaşka bir boyuta sürüklendi. Gözümün içine sokarcasına gösterdiği yeşil zümrütten yapılma mücevheri onunla oynayacağım bir oyun karşılığında bana vereceğini söyledi. Başta benimle dalga geçtiğini zannedip küfrettim. Fakat karşılaştığım keskin yeşil gözler ve birkaç oyuncuyla beraber bu fikir hoşuma gitmişti. Oyun oynayacağımız odaya girdiğimizde yuvarlak masanın etrafındaki sekiz sandalyenin her birinin yanında bulunan içki şişeleri de doğru bir karar verdiğimi gösteriyordu. Pencereye en yakın sandalyeyi çekip oturdum. Camdan yansıyan ay ışığı direkt yüzüme vuruyordu. Belki de bu gece güzelliğimle bu yakışıklıyı etkileyebilir, parasız bahtımı kraliçe ilan edebilirdim. Şansa ihtiyacım vardı. Biraz da dişil enerjime.
Sandalyeler tek tek dolarak masadaki oyuncular yerlerini aldı. Simsiyah masanın üzerinde sadece siyah saplı bir kasap bıçağı duruyordu. Yakışıklı genç adam kimseye fark ettirmeden kapının kilidini çevirerek bizi odaya hapsetmişti. Bunu çok sonra fark ettik. O sırada herkes gibi varlığına anlam veremediğim bıçağa bakıyordum. İlk kez benden bir iki yaş büyük ince bir adam sordu bıçağın ne halt olduğunu. Cevap alamadı. Buna karşın hiddetlenen bir genç kadın atıldı arkasından. O da cevap alamadı. Bunun üzerine kollarımı masanın üzerine koydum ve dikleştirdiğim göğüslerimi hafif öne getirerek aynı soruyu farklı kelimelerle yönelttim genç adama.
‘‘Eee, oyunu anlatmayacak mısın artık? Diğerlerinin ne düşündüğü umurumda değil. Ben buraya o mücevheri kazanmaya geldim.’’
Gülümsedi. ‘‘Favorim sensin’’ dedi. Sevinsem mi bilemedim ama etkilenmiştim. ‘‘Oyunun adı Bıçak Sırtında’’ dedi ellerini havaya doğru açarak. Biraz psikopat gibi gözüküyordu. ‘‘Doğruluk Mu Cesaretlilik Mi oyununu herkes biliyor öyle değil mi?’’ Cevap vermemizi beklemedi. ‘‘Sizinle aynı buna benzer bir oyun oynayacağız. Fakat bizim oynadığımız bir tık farklı olacak. İlk olarak saçma sapan, aşk kokan sorular sormak yok. Herkes karşısındakine bilmece yöneltecek ve gördüğünüz üzere masanın ortasında şişe yerine oldukça keskin bir bıçak duruyor. İşte oynayacak iki kişiyi o bıçak yardımıyla seçeceğiz. Çevirdiğimiz bıçağın sap kısmı kimde duruyorsa bilmeceyi o soracak ve sivri ucu kime denk gelirse bilmeceyi o cevaplayacak.’’ Masanın etrafında gezinirken her bir oyuncunun sırtına dokunuyordu. ‘‘Oyunun kuralları gayet açık öyle değil mi? Bir çocuğa anlatsak o bile anlar.’’ Eğildi, bıçağı sivri ucundan tutarak artist gibi havaya savurdu ve sap kısmından yakaladı. ‘‘Oyunu daha iyi anlamanız için ilk turu ben ve benim seçeceğim bir oyuncuyla oynayacağız. Sizden özür dileyerek bir oyun kurucu olduğumdan ve sap kısmı bende durduğundan bilmeceyi soran taraf olmamın hiçbir sorun yaratmayacağını düşünüyorum. O halde hazırsanız ilk bilmece geliyor. Düşünmek için bir dakikanız var ve bir dakikanın sonunda seçtiğim kişi doğru cevabı veremezse herkese bir sonraki aşamanın ne olduğunu uygulamalı bir şekilde göstereceğim.’’
Çekmeceden çıkardığı cep saatinin kapağını açtı ve saniye kolunu ayarladı. On ikiye on beş saniye kala döndü yüzünü. ‘‘Oyunumuzun ilk turuna hoş geldiniz. İşte ilk bilmeceniz. O odanın içinde, oda onun içinde.’’
Cevap; ayna. Ben de şaşalı bir bilmece beklediğimden şaşırmıştım. Bana sorar umuduyla bilmiyormuş gibi gözlerimi korkudan pörtlettim, saçlarımı hoyratça savurdum. Eğer oyundan zevk almak istiyorsa mutlaka cevabı bilmeyen birinden yanıt isteyecek. Masadaki oyunculara göz gezdirdim tek tek. Biri hariç hepsi kendinden emin duruyordu. Az sonra ondan geriye doğru saymaya başladı genç adam bir dakika doluyordu.
‘‘Üç, iki, bir… Evet, süremizin sonuna geldiğimize göre istediğim kişiden cevabı duyabilirim öyle değil mi?’’ Masanın etrafında yürümeye başladı ve ona bıçağın ne halt olduğunu soran ince adamın arkasında durdu. ‘‘Seni seçtim’’ dedi. ‘‘Söyle bakalım. Bilmecenin cevabı ne?’’
Adam sinirle başını arkaya doğru çevirdi ve ‘‘Bilmiyorum’’ dedi. Yakışıklı adam hoşnutsuz halde tebessüm etti. ‘‘Tekrar soruyorum. İkinci bir şansı vermeyeceğim. Bilmecenin cevabı ne?’’ Ses tonundaki tekinsizliği sadece ben mi fark ettim bilmiyorum ama o an ilk defa ondan korkmaya başlamıştım. Adam bu sefer kendinden emin bir şekilde ‘‘Bilmiyorum dedim işte’’ dedi sesini yükselterek. ‘‘Hem ne boktan bir oyun bu. Belli ki sen bizimle dalga geç.’’
Bıçağın sivri ucu adamın sırtına saplandı, sözünü bitirmesine izin vermeyerek. Bir anda bir çığlık koptu odadan. Ben ise kaskatı kesilmiş bedenimle karşı sandalyedeki olanları izliyordum. İnce adamın sırtına sapladığı bıçağı çekti genç adam ve çığlıkların arasında sesini duyurmak için bağırarak konuşmaya başladı. ‘‘İşte oyunumuzun ikinci aşaması arkadaşlar. Eğer bilmecenin cevabını bilemezseniz bıçağın sivri ucundaki kişi…’’ Kanla kaplı bıçağı adamın boğazına dayadı ve bıçağın keskin tarafı sesiyle beraber boyunda doğrusal ilerledi. ‘‘Ölür.’’ Sadece kelimenin sonu gelmemişti. Şah damarına aldığı yarayla sandalyeden düşen adam oyunun ilk kurbanını belirledi.
Korkudan ağlamaya başlayan oyuncular aceleyle kapıya yöneldiler. Kilitlenmiş kapı koluyla karşılaştıklarında diz çöküp genç adama yalvarmaya başladılar. Ben hala sandalyemde oturuyor ve karşımdaki boş sandalyeye bakıyordum. Kısa bir süre sonra genç adam tehditle oyuncuları tekrar sandalyelerine oturttu ve böylelikle asıl oyun başladı.
Masanın ortasına bıçağı bırakarak hızla döndürdü. Bıçağın sapı gözlüklü bir adamda dururken ucu ise sağ tarafımdaki kızıl saçlı kadını gösteriyordu. Kadının yaşlı gözlerinden doğru düşünemediği belli oluyordu. ‘Ölecek’ diye geçirdim içimden ve haklı da çıktım. Gözlüklü adam aklına ilk geleni sorduğunu düşündüğüm basit bir bilmece yöneltti kadına. ‘‘Dört ayağı var yürüyemez.’’
Çok çabaladım gizliden cevabı söylemeye ama yapamadım. Bir dakika sonunda gözlüklü adamda nefes almıyordu artık. Kadın cevabı bilemediği için ölürken, adam kadını öldüremediği için öldü. Tiksinerek baktım genç adama. Bir insan nasıl bu kadar hızlı bir şekilde çirkinleşebilirdi.
Üçüncü turun sonunda dört kişi kaldık masada. Bu zamana kadar bıçağın her iki ucundan da kurtulmayı başarmıştım. Ama yeni turun başlangıcında şom ağzım şansımın içine ederek iki ucu boklu değneği yöneltti bana. Bıçağın sap kısmı karşımda duruyordu ve ucunda da ince adamdan sonra konuşan genç kadın vardı. Ellerimin titrediğini fark ettim. Arkamdaki tırmalayıcı ses bilmecemi sormamı istiyordu. Aklıma hiçbir şey gelmedi o an. Hayatta kalmak için kullanamıyordum aklımı. Kısa bir süre düşündüm. Eğer bilemezse onu öldürebilir miydim? Hayır, hayır… asla yapamazdım bunu. Peki ama soruyu bilirse o beni öldürür mü? İşte bunun garantisi yok. Bu saf görüntünün altında sinsi bir yılan yatıyor olabilirdi. İşimi şansa bırakamazdım. Vakit daralırken ani bir heyecanla elimi masaya vurdum ve ‘‘Söyle bana’’ dedim. ‘‘Yağmurda ıslanmayan tek şey nedir?’’
Yaşamak için dua ettim tanrıya. ‘‘Lütfen bilemesin.’’ Ellerimi kana bulamak için lanet ettim şeytana. ‘‘Lütfen bilemesin.’’
‘‘Beş, dört…’’ Ağlamaktan gözleri helak olmuştu. ‘‘Üç, iki…’’ Yaşamak ister gibi bakıyordu bana. Ama ne yapabilirdim ki? Ben de yaşamak istiyordum. ‘‘Bir… Evet cevabı alalım’’ dedi genç adam alaylı bir tavırla.
‘‘Bilmiyorum’’ dedi kadın. Can çekişen bir kuş gibi çelimsiz çıkıyordu sesi. Genç adamın bakışları üzerimdeydi artık. Donuk yüzümden aşağı sıcak bir sıvının süzüldüğünü hissettim önce kendime geldiğimdeyse ellerim kan içinde sandalyemde oturuyordum. Genç kadının olduğu yer boştu.
‘‘Sona iki katil kaldı’’ dedi genç adam zevkten dört köşeydi. Heyecandan yerinde duramıyor aşağı yukarı zıplıyordu. ‘‘Beşinci turun sonunda kazanan belli olacak.’’
Kaderimin yazgısı bıçak son kez masada çevrilirken artık hiçbir şeyin umurumda olmadığını fark ettim. Sivri uç boynumu gösterirken bir gülme aldı beni. Kaç dakika güldüm bilmiyorum ama güldükçe ana rahmine girdiğimi hissettim. Karşımdaki orta yaşlı kel, deli olduğumu düşünecek ki acıyan gözlerle baktı bana ya da öleceğimi düşünüyordu. Kulaklarım şu cevabını bilmediğim bilmeceyi duydu. ‘‘Kırıldığında mutlu olduğun tek şey nedir?’’
Hayatımın son bir dakikası sanki yirmi dört yıl gibi geçmişti. Yavaş, sıkıcı, bunaltıcı… Kırıldığında mutlu olunan tek şey neydi bilmiyordum ama o an karşımdaki adamların kafasını kırmak bana oldukça mutluluk verirdi. Ağzını yaya yaya ondan geriye doğru sayarken genç adam masada duran bıçağın sivri ucuna baktım ve boğazıma saplanışını hayal ettim. Ne kadar can acıtıcı olduğunu bilmek için alim olmaya gerek yoktu.
‘‘Cevap’’ dedi uğursuz ses tonu. ‘’Bilmiyorum’’ dedi çaresiz dudaklarım. ‘‘Ama seni eğlendirecek bir cevabım var’’ dedim suratına bakarak. Meraklanmış olacak ki üzerime doğru yürümeye başladı. Ellerini saçlarım arasından geçirdi ve ‘‘Söyle’’ dedi.
‘‘Sana göre cevap kalp’’ dedim. ‘‘Eğer bu kadar insanın acı çekmesinden mutluluk duymuyorsan bu oyunu oynamazdın.’’ Gözlerimi kırpmadan meydan okuyordum ona. Cevabı kabul edecekti. Aksi taktirde kendisiyle çelişirdi. ‘‘İnsanların kırılmış çaresiz kalpleri sana zevk veriyor biliyorum. Eğer sen bir oyun kurucuysan cevabımı kabul etmen gerekir. Çünkü en büyük yanıt tam karşımda.’’
Karşımdaki kel adamın suratı sinirden kızarmıştı. Dişlerini sıkarak, ‘‘Hayır böyle bir hile olamaz’’ dedi. ‘‘Benim cevabım rekor ve istediğim yanıtta bu. Boktan cevabını kabul etmiyorum.’’ Masaya doğru hızla atıldı ‘‘Gebereceksin’’ diyerek bıçağın sapına uzanmaya çalıştı. Ondan daha hızlıydım. Bıçağa uzattığı kolunu yakalayarak onu kendime doğru çektiğim sırada diğer elimle de bıçağın sapını kavrayarak sivri ucu boğazına sapladım. Kurbanlık koyun gibi inleyen adam masanın üzerine düştü. Yavaşça yere damlayan kanları seyretti gözlerim ve boynuma değen soğuk bir cisim hissettim.
İçtiğim sigarayı pencerenin pervazında ezdim. Sadece benim aldığım kan kokulu mücevheri ışık almayan komodine geri koydum. Bende yıllardır karanlıktayım.
Harika olmuş her zamanki gibi. Tebrik ederim Gülhan hanım ☺️
Teşekkür ederim.
Çok keyifliydi. Bilmecenin cevabını bilemediğimde korkmadım desem yalan olur. 🏆
😂 😂 teşekkürler.
kalemine sağlık. korku hikayelerini de bekliyorum