Bazen kendimi iyi tanıdığımı düşünüyorum. Hatta belki de çoğu zaman… Sessizliğimi, inançlarımı, hassasiyetlerimi, nerede ağlayacağımı ya da neye güleceğimi önceden kestirebildiğim için belki de. Ama sonra bir şey oluyor: Bir kedi bana alıştığı anda uzaklaşıyor mesela, ya da bir kelime – sıradan bir kelime – içimi paramparça ediyor. Ve işte o zaman fark ediyorum: Belki de kendimizi sandığımız kadar iyi tanımıyoruz.
İnsan kendine ne kadar yakındır, ne kadar uzak? Bir aynada kendi gözlerimizin içine ne kadar bakabiliyoruz gerçekten? Ne kadar samimiyiz kendimize karşı? Bazen kendimizden kaçtığımızı hissediyor olabiliriz… Ama bu kaçış bir korkaklıktan değil, belki de fazlalıktan. Kendimizde çok şey buluyoruz. Bir çocuk, bir kadın ya da bir erkek, bir hasta, bir iyileşen, bir düşünen, bir dua eden, bir öfke ya da bir teslimiyet. Hepsi ben ama hangisi gerçekten “ben”?
Montaigne, bir denemesinde “Ben kendimi tanımaya çalışıyorum çünkü başka bir şey bilmiyorum” diyor. Bende de bu çaba var; başka hiçbir işim olmasa bile kendimi anlamaya çalışmakla meşgulüm. Çünkü bazen hayat, anlaşılmayı bekleyen bir cümle gibi duruyor karşımda. Ne tam bir nokta koyabiliyorum, ne de baştan başlama gücü buluyorum. Sadece cümleyi okuyorum, dönüp tekrar okuyorum – ama kimi zaman kendi içimdeki kelimeleri bile anlamakta zorlanıyorum.
Kimi zaman düşüncelerim bana bile fazla geliyor. Düşünüyorum ama sonra düşünüyor olmamı da düşünüyorum. Düşünmenin yorgunluğu başka bir şey çünkü. İç sesim susmuyor ama beni her zaman doğru yola götürdüğünden de emin değilim. Çünkü içimizde konuşan sesin kimden geldiğini her zaman ayırt edemiyoruz. Gerçek ben mi konuşuyor, korkmuş ben mi? İnanan mı, şüphe eden mi?
Ama belki de en çok şunu fark ettiğimi söyleyebilirim. Kendime en yakın olduğum anlar, Yaradan’a en çok yaklaştığım anlar. Çünkü O’na dönünce sanki içimdeki tüm benlikler aynı noktada birleşiyor. Sessizlikte bile yankılanan bir huzur var orada. Ne çelişki kalıyor, ne iç savaş. Belki de insanın kendini tanıması, önce kendi yetersizliğini ve sınırlılığını kabul etmesiyle başlıyor. “Ben bilmiyorum” diyebildiği anda, ilk kez gerçekten öğrenmeye başlıyor.
Bu yüzden şimdi artık kendime daha dikkatli bakıyorum. Ne mutlak doğruyum ne tamamen kayıp. Ne tam karanlık ne tam aydınlık. Belki sadece yolun bir yerindeyim. Ve yolun kendisi de beni tanımaya devam ediyor.