Bilmeyi Bilseydik

Zeliha Aypek 497 Görüntüleme Yorum ekle
3 Dak. Okuma

İnsan geniş zamanlar geniş mekânlar boyunca üç şeyin sırrına asla erişememiştir: Aşk, ölüm ve bilme yetisi. Bu üç şey üzerine düşünmenin yaşı, türümüzün varlık sahasına çıkışıyla aynıdır. Ortak özellikleri itibariyle ele alındığında çok yönlü bakış açıları gerektirir. Toplumsal, felsefik, bilimsel bakış gibi. Kavramsal ve pratik düzeyde sürekli yenilenen döngüsel, kişisel deneyim tekrarları, o döneme ya da bu döneme dair değişmeyen tanımlama çitlerine ruhunun bir parçasını kaptıran insan, kendini bilmeye başlar başlamaz sorgular: Aşk nedir, ölüm nedir, bilmek nedir?

Bunlardan ilk ikisi fazlasıyla sübjektif ve tekil olsa da kolektif bilincimizin yansımalarından nasibini alır. Bilme deneyimi ise daha tümel, daha bilimsel, objektif olana işaret eder. Zihinde gerçekleşen bir etkinlik olarak bilme epistemolojinin konusudur. Bilgi nedir, neyi ne kadar bilebiliriz soruları günün insanının güncel soruları arasında yer alamıyor maalesef. Bedeninin sınırlarını aşarak, hayvansal bitkisel basamaklarımızın çok çok üstünde güdülere sahip olmak için yolumuzun bizi temel ihtiyaçlarını karşılamış insanın kendini fark etmesine, bilinçli arayışına götürmesine gereksiniriz. Bilmeye yönelen insan aşkın ve ölümün gizeminden kurtulur, sınırlarını aşar çünkü bilmek aşktan da ölümden de güçlüdür. Zamanın, mekânın, olayların, sözlerin yeniden yeniden muhteşem inşasıdır, dokunmasıdır bilmek. Biri onu örer diğeri söküp yeniden dokur incelikle, Penelope’un tülü gibi. Bilmek ölümün yabansılığının tozunu silkeler, aşkı içkinliğinden özgür kılar, yaşamın soyutluğunun endişelerini kara bulutlarını dağıtır. Atlas Okyanusu’nun sarp kayalıkları üstünde güneşin batışını fotoğraflamaya niyet eden sanatçıya, o büyüklüğü insan zihnine sığmayan güneşi tuzlu su üzerinde durdurur birkaç saniye.

Bildiklerimiz hatıradan başka bir şey değildir. Her ne kadar Hume gibi filozoflar insan zihninde doğuştan bilgiler yok diyorlarsa da aynı fikirde değilim.

Bilmek güçtür, her iki anlamda da güçtür. Sabır gerektirir, gayret gerektirir, hatta bazen kendini unutup sırça kulelerde kendi kendinin gözetmeni olmayı gerektirir. Montaigne bunu yaptı, 38. yaş gününde kökten bir değişime gitmek istedi ve malikanesinin yanındaki kuleye bin kitaplık kütüphane kurdu. Hayatında en çok merak ettiği, ilgi duyduğu şeyleri öğrenmeye bilmeye adadı varlığını. Bu şey şüphesiz ki kendisiydi yani insan. Güncel hayatta böyle inziva hayatına girebilmeye teşebbüs etmek büyük cesarettir. Küresel ekonomik krizler, iklim değişikliği krizleri, toplumsal hareketliliklerin sosyal medya aygıtları etkisiyle hız kazanması, her şeyin birden gelmesi birden yok olması, etik ve estetikten uzak aşırı tüketicilik, bireycilik sanılan şeyin aynılık potasında özgünlükleri eritişi, bilginin kolay ulaşılabilir olması, değersizleşmesi, dezenformasyon delikleri.. insanın onun en değerli yanı olan bilme yetisine giden yollara ket vurmaktadır. Ralph Waldo Emerson, “Her şey kendimize ulaştığımız yolu keser” diyor. Bizi biz yapan şeylerin çoğu seçimlerimizin ya da görüşlerimizin dışında kalır. Düşünen insan, toplum içerisinde yaşadığı, olduğu, göründüğü şeyden, biçildiği değerden fazlasıdır. Bilmenin gücüyle, bilmenin hazzıyla yaşamak insanı kendisinin bile ötesinde bir yere konumlandırır. Aşkın ve ölümün sırrı bile bu aşkınlık karşısında küçücük kalır o zaman

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Zeliha Aypek
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version