Şu aralar büyük gönül sultanlarımızdan ve İstanbul’un manevi mimarlarından Gönenli Mehmet Efendi’yi araştırmak ve O’nu anlatan eserleri okumak ile meşgulüm.
Allah Dostlarını sevmenin de büyük bir nasip meselesi olduğunu bilerek bu güzel zata mutlaka yazılarımda yer vermem gerektiğini fark ettim.
Rabbim sevgimizden haberdar eylesin inşallah.
Hayatını öğrendiğim ilk andan itibaren güzel bir bağ ile kendisini sevdiğim bu zat, aslen Kırımlı bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak Gönen’de doğdu. Babası Osman Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. İlköğrenimini ve hıfzını tamamladıktan sonra 1920’li yıllarda İstanbul’a geldi. Serezli Ahmet Şükrü Efendi’nin ders halkasına devam ederek 1925’te kıraat ilminden icazet aldı.
Bu arada Medresetü’l-İrşad’a kaydoldu. Medreselerin kapatılması üzerine yeni açılan İmam-Hatip Mektebi’nin son sınıfına kabul edildi. 1927 yılında bu okuldan mezun oldu. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra Öğütçü soyadını aldı. Halk arasında Gönenli Hoca olarak tanınmıştır.
İlk görevine Gönen Merkez Camii imam-hatibi olarak başlayan Mehmet Efendi, üç yıl sonra askerliğini yapmak üzere buradan ayrıldı. Dönüşte İstanbul’da Hacı Kaftani, Dülgerzade ve Hacı Hasan camileriyle Sultan Ahmet Camii’nde imamlık yaptı. En uzun görevi Sultan Ahmet Camii imamlığıdır (1954-1982). Bu sırada Üsküdarlı Ali Efendi’nin vefatıyla boşalan Reissülkurralığı’nı da üstlenmiştir.
Resmi görevinin yanında Gönenli Hoca’nın örgün ve yaygın eğitim hizmetleri, Kur’an kurslarında fahri öğretmenlik ve fahri vaizlik olmak üzere iki grupta ele alınabilir. İmam-Hatip okulları açılmadan veya yeterli sayıda mezun vermeden önce Gönenli Hoca, Türkiye’de din görevlilerine duyulan ihtiyacı göz önüne alarak kendi gayretiyle öğrenci yetiştirirken, sonraları bu faaliyeti her türlü sorumluluğunu üstlendiği Kur’an kurslarında sürdürmüştür. Kur’an-ı Kerim ve dini bilgiler öğrenmek üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden İstanbul’a gelen fakir öğrencilerin ihtiyaçlarını halktan topladığı yardımlarla karşılayarak önemli hizmetlerde bulunmuş ve 1940-1980 yılları arasında binlerce talebe yetiştirmiştir.
Bunlardan başka İstanbul’un muhtelif semtlerindeki birçok camiinin müştemilatında veya apartman dairelerinde barınan yüzlerce öğrencinin masrafı da yine Gönenli Hoca tarafından karşılanmaktaydı.
Buraya kadar Gönenli Hocamız ve yaptığı hizmetler ile ilgili bilgi vermeye çalıştım.
Şimdi de Gönenli Mehmet Efendi’nin hayat hikâyesinden derlediğimiz özel bir menkıbeyi, bu güzel gönül Sultan’ının yanında yıllarını geçirmiş Fatih Çıtlak hocamızdan dinlediğimiz kadarıyla ve Nur Kandili Gönenli Mehmet Efendi kitabından okuduğum kadarını sizlere aktaracağım.
Binlerce öğrencinin ihtiyacını karşılayan Mehmet Efendi, ülkemizde Kur’an eğitiminin sıkıntılı olduğu, adeta yasaklanmaya çalışıldığı dönemlerden geçmiştir ve Gönenli Mehmet Efendi’nin bir hatırası:
Gönenli Hoca Efendi: “Bir gün polisler geldi ve ‘Haydi, Hoca Efendi hakkında şikâyet ve soruşturma var, bizimle nezarethaneye geliyorsun’ dediler.
Ben de, ‘Ne yapmışım, hayırdır? Derdiniz ne?’ diye sordum.
‘Biz de bilemiyoruz, artık komisere derdini anlatırsın’ dediler.
‘İyi, haydi bakalım gidelim’ dedim.
Aldılar bizi sorguya. Çatık kaşlı, böyle kabadayı kılıklı bir baş komiser. Başladı ileri geri konuşmaya. (Gönenli Hocamız kaba saba konuşmasını taklit ederek) ‘Hoca, durmadan para dağıtıyormuşsun, peşine adam taktık. Habere elini cebine daldırıp gelene para veriyorsun, bu paranın kaynağı nedir? Paralar nereden geliyor?’
Ben fakir: ‘Oğlum, ben de bilmiyorum, Allah gönderiyor. Oradan geliyor, buradan biri bırakıyor, ben de geleni dağıtıyorum. Şimdi sana nasıl anlatayım bilmediğim şeyi’ desem de adam dinlemiyordu. Bir kere takmış kafaya. ‘Hayır, Hoca Efendi, sen, bugün bunu açıklamadan hiçbir yere gidemezsin. Hakkında kesin emir var, ben de amirlerime bu işi çözmeden bırakmayacağıma söz verdim. Seninle burada yatar, kalkarız, ama illa bu paranın nereden geldiğini bize söyleyeceksin.’
‘Allah Allah… İmdi görüyor musun işi?’ dedim.
Tam bu sırada kapıyı falan vurmadan içeriye bir adam dalıverdi. Kaptan kıyafeti gibi bir elbise vardı üzerinde. Baş komiser de şaşırmıştı.
Adam içeriye girer girmez, ‘Selamünaleyküm, hoca, neredesiniz yahu, her yerde sizi arıyorum, burada olduğunuzu söylediler. Hemen atlayıp geldim’ dedi.
Kimsin, nesin demeye fırsat bulamadan iki eliyle avucunun arasında tuttuğu bir tomar parayı masanın üzerine atıverdi. Öyle az para değil, tomarla para. Sonra da ‘Hocam, bak bunu vermek için seni arıyordum. Bu emaneti artık talebeye mi verirsin, fukaraya mı dağıtırsın, sana ait; ona ben karışmam. Allah senden razı olsun, şimdi acilen çıkıp sefere yetişmem lazım, haydi inşallah görüşürüz, Selamünaleyküm’ dedi; kaşla göz arasında geldiği gibi kapıyı çarptı, çıktı gitti.
Baş komiser bir masaya, bir bana, sonra da dönüp kapıya baktı. Adamcağız ne olduğunu anlayamadı. Üzerindeki şaşkınlığı atınca hemen kapıya yöneldi. Açtı, kapıda bekleyen polis memurunu azarlayarak ‘Oğlum, ben burada sorgudayım, nasıl bana sormadan içeri adam alıyorsunuz?’ dedi.
Polis memuru ne dese beğenirsiniz, (Gönenli hocamız bunu anlatırken şaşkın bir ifadeyle) ‘Baş komiserim kimseyi içeri almadık ki!’
Baş komiser, ‘Bak, şimdi çarpacağım ha! Oğlum, içeriye giren adamı kim saldı?’ diye gürledi.
Polis memuru, ‘Vallahi billahi, kimse geçmedi, kimseyi geçirmedik’ dedi.
Baş komiser iyice hiddetlendi, ‘Çağırın bakayım kapıdaki memurları.’ Orada bulunan polis memurları geldiler, Baş komiserin karşısına dizildiler.
Baş komiser, ‘Söyleyin bakalım hanginiz gördü? Buraya kaptan elbisesi giymiş bir adam geldi.’ diye sorunca memurların hepsi şaşkın şaşkın birbirlerine baktı. Memurlar, ‘Baş komiserim, valla biz kimseyi görmedik’ dediklerinde, bizi sorguya çeken o kabadayı baş komiserin rengi uçuverdi. Gelip paraların saçıldığı sorgu masasının önünde, tam karşımda durdu. Tam afallamıştı o zaman.
Bendeniz: ‘Bak, gördün oğlum, işte böyle gönderiyor Hz. Allah’ diye kendisine söyleyiverdim.
Gene imanlı çocukmuş, eğildi hemen elimi öpmek istedi ve sonra karşımda selam çakarak esas duruşa geçti. Ağlayarak şu sözleri söyledi, ‘Hocam elini ayağını öpeyim, ne olur beni affeyle. Üstlerimden emir aldığım için böyle davranmak zorunda kaldım. Allah rızası için dua edin. Bu toplumun sizin gibi insanlara ihtiyacı var. Her zaman emrinizdeyim, ne zaman isterseniz beni çağırırsınız, bir hizmetiniz varsa görmek isterim’ dedi.
Ya, Cenabı Hak, yolunda gideni naçar eyler mi? Artık o gelen Hızır mıydı, neydi ben de bilmiyorum. Fakat o günden sonra, elhamdülillah bizi rahatsız eden olmadı.
Canım babamdan da bir hatıra aktarmak isterim: Babam anlatırdı, ‘80’li yıllarda bir Cuma günü Sultanahmet Camii’ne gitmiştim, ama o zamanlar neredeyse günde üç paket sigara içiyorum, bir de baktım, Gönenli Mehmet Efendi diye ismini duyduğum gönül sultanı vaaz ediyor, o günde sigaranın zararı ve dinen sakıncası gibi hususlara değiniyor. O kısacık vaazdan o kadar etkilendim ki, camiden çıktığım gün sigarayı da bıraktığım gün olmuştur. Nice kişiler bana sigarayı bıraktıramamıştı, neler denedim bırakmak için yıllarca olmadı, fakat o gün Gönenli Mehmet Efendi’nin vaazından sonra bir daha sigara kullanmadım’ diye de hayretle anlatmıştı babam.
Keyifli okumalar dilerim.
Hayırla kalınız.