Sofra başında çocuklar oturmuş, tarhana çorbasını içmeye başlamıştı. Zehra ise pencerenin önünde eşi Vedat’ın gelmesini bekliyordu. Gün kavuşmaya başlamıştı ama henüz Vedat’tan bir haber yoktu. Tam pencereden çekilmek üzereyken, Vedat eşeği ile evin bahçesine doğru giriyordu.
Zehra hızla dışarı çıktı. “Dur, sana yardım edeyim. Odunları indirmene yardımcı olayım,” dedi. Bir yandan Vedat, bir yandan Zehra eşeğin üzerindeki odunları dikkatlice indirdiler. Vedat eşeği ahıra bağladı. Zehra ise tarhananın hala sıcak olduğunu kontrol edip tabağa dökerek sofraya koydu. Vedat dışarıdaki tulumbadan elini yüzünü yıkayıp evine girdi.
Çok yorgundu. Havaların güzel olduğu zamanlarda eşeğiyle ormana gider, odun keser, eşeğe yükler satın almak isteyen biri varsa ona götürürdü. Geçim kaynağı odunculuktu. Haftanın bir iki günü kahveye gider, sıcak muhabbete bir iki tavla oynadıktan sonra evine dönerdi. Hayatı, evi, orman ve kahvehaneydi.
Tarhana çorbasını içtikten sonra doymamış olacak ki, “Hanım, hala tarhana çorbası var mı?” dedi tabağı eşine uzatarak. Zehra çekinerek tabağı aldı, bugün son tarhanayı yapmıştı, başka da yoktu. Vedat üzülmesin diye, “Kalmadı ama biraz daha turşu getireyim, onunla yersin,” dedi ve odadan çıktı. Vedat yemeğin olmadığını anladı ve ikinci tabağı istediğine pişman olmuştu. Akşam çayını içtikten sonra, “Ben bir kahveye gidip bir iki saate dönerim,” dedi ve ceketini omuzlarına atarak evden çıktı.
Kahve, her akşamki gibi, erkeklerin tavla oynamak için toplandığı bir yerdi. Bazıları çay içer, bazıları tavla oynayanları izler, muhabbet ederlerdi. Vedat bir köşede çayını yudumlarken elindeki zarı fırlattı, “Dübeş,” diye bağırdı. Yanında oturan komşusu Vedat’a seslendi, “Vedat, duydun mu? Dün avcılar küçük bir ayı yavrusunu vurmuşlar. Annesinin bağırış sesi ormanda duyuluyormuş. Kesin yavrusunu arıyor, dikkatli olalım, köye inmesin. Akşamleyin nöbetleşe köyü bekleyelim. Ormancılar da tüfeksiz ormana gitmesin,” dedi. Her kafadan bir ses çıktı. Vedat bir şey demeden konuşulanları dinledi. Eve gitme zamanı gelmişti.
Vedat kapıdan çıkarken muhtar, “Vedat oğlum, bize yedi metre odun getirebilir misin?” diye sordu. Vedat başını sallayarak, “Evet getiririm de odunların parasını peşin versen… evde yiyecek pek bir şey kalmamış da!” dedi çekinerek. Muhtar cebinden paraları çıkararak, “İşte paran. Ha bugün ödemişim ha yarın, aynı hesap,” dedi parayı uzatarak.
Vedat eve gidince Zehra’ya paraları verdi, pazara gitmesi için. O da sabah ilk iş olarak eşeğiyle oduna gidecekti. Yatıp uyudular. Vedat gün ağarırken eşeğini hazırlamış, eline baltasını alarak ormana doğru yola çıktı. Akşam gün kavuşmadan eşeğine yüklediği odunları muhtarın evine getirdi. O sırada muhtar eline av tüfeğini almış nöbete gidiyordu. “Muhtar, yarın bir bu kadar odun getireceğim,” diye seslendi Vedat eliyle odunları göstererek. Muhtar başını onaylar gibi salladı.
Vedat evine gelince evden güzel yemek kokuları geliyordu. Zehra ve çocuklar, yerde hazırlanmış yer sofrasında oturmuş Vedat’ı bekliyorlardı. Sofrada etli kuru fasulye, salata ve sıcak ekmek vardı. Çocukların yüzü gülüyordu. O akşam, uzun zamandır tokluk hissini hissetmemiş gibi, “Of, doydum doydum,” diyorlardı. Zehra yemekten sonra demlediği çayı Vedat’a uzatırken, “Komşular söyledi, ormanda yavrusunu kaybetmiş vahşi bir ayı dolaşıyormuş. Aman dikkat et, birkaç gün ormana gitmesen?” dedi.
Vedat, “Evet hanım ama biliyorsun, muhtardan odunun parasını peşin aldım. Hem merak etme, yanımda baltam var,” dedi gülerek. Zehra’nın içinde anlatamayacağı bir korku vardı. Yattılar ama ne Zehra ne de Vedat uyuyabildi. Sabah yine Vedat erken kalkmış, oduna gitmek için hazırlanmıştı. Zehra Vedat’a yaklaşarak, “Bugün oduna gitmesen mi? İçimde bir sıkıntı var,” dedi.
“Merak etme. Hadi yat uyu, henüz erken,” dedi Vedat, eşeği ahırdan çıkararak. Tam yola koyulmuştu ki silah sesleri duyuldu. Zehra Vedat’a koşarak, “Aman yarabbi, bu sesler de ne,” dedi korkudan sesi titreyerek. Vedat Zehra’yı sakinleştirerek eve girmesini söyledi ve silah seslerinin geldiği meydana doğru koştu. Meydana varınca, eli silahlı adamlar bir yere toplanmış, “Şuna bak, ne kadar büyükmüş,” diye konuşuyorlardı. Vedat kalabalığı yararak ilerledi ve yerde neredeyse boyu iki metre uzunluğunda ölü bir ayı yatıyordu.
Muhtar anlatıyordu: “Köşedeki evden üzerime doğru koşarak geliyordu. Korkudan olduğum yerde kala kaldım. Allah’tan benim oğlan ateş etmeyi biliyordu da elimden tüfeği alarak ayıyı öldürdü. O ateş etmese beni burada parçalayıp yiyecekti,” dedi titrek bir sesle.