Ayrılık aleminin sürgünlerinde eksik parçalarımızı, kaybolan yanlarımızı, arkadaşlığı, sevdayı ve en çok Rahmân’ı aramalıyız. Ait olduğumuz tek yer, anlam bulduğumuz ve kendi varlığımızı hissettiğimiz yerdir. Çevrenizdeki insanların duyarsızlığına aldırış etmeyin ve şaşırmayın. Hele ki sitem hiç etmeyin. Önemsemek, ahlak ve cesaret gerektirir.
Küçükler büyüdükçe hayatın peri masalına benzemediğini öğrenirler. Büyükler ise sona yaklaştıkça, kendilerini tedirgin eden şeyler, gündelik dertler ve sıkıntılar değil. İçinde günden güne büyüyen boşluğun olduğunu hissederler. Ve bunu hissettikleri an mutlu olmak için çevreye değil, kendi içindeki huzura yönelirler. Ve kendi varlığımızı hissettiğimiz ve huzur bulduğumuz yer Rahmân’ın huzurunda olmaktır. İnsan, aslını ararken Rahmân’ı bulur. Tabiatın gereği insan birçok şeyle imtihana tabi tutulur. Ne yaşarsak yaşayalım, neyle imtihan edilirsek edelim, bunun geçici olduğunu ve gösterdiğimiz inanç, sabır, şükür ve tevekkülün sonucunda elbette ki mükâfat hakikattir ve gerçektir. Bu yüzden insan, kendini de yolunu da kaybetmiş olsa da, O’nu aramaktan vazgeçme. “Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da…” (Duhâ, 3)
İnsanı yani kendini hafife alma. Bizlerin fakirliği ve acizliği yalnız Allah’a aittir. Meleklerin secde ettiği, kimselerin almak istemediği emanetleri kabul eden varlıklarız. Sadece Allah’a mecburuz. Sizleri aşağıya çeken her ne varsa, yakın gitsin. Kafanızdaki olumsuz tüm düşünceleri silin, bitsin. Bazen yeşermek için çürümek lazım. Ya da tekrar yeşermek için toprağın oluşmuş çatlaklarından kendine akmak lazım.
Umutsuzluk vadilerinde kaybolup yolunu şaşırma. Hayatının her anını ilk ve son kez gibiymiş yaşa, layığıyla. Atılan bir taşla huzurunu bozma, değmez. Melek olsan, bu fani alemde kanatlarına kusur bulurlar, unutma. Başına gelen bir musibet ve ters giden bir hayatın yokuşu seni altüst etmesin. Başına gelen şeyleri kötüye yorma. Belki yaşadığın olaylardan alacağın ders, seni çok farklı konumlara ve perdelenmiş gerçekleri gösterecek, kim bilir. Ve şunu unutma ki, Rabbin seni sınıyorsa vardır bir hikmeti.
Biz ardındaki ve içindeki sırdan gafil olsak da, bir adım at sonsuza ve O’na. Emin ol yalnız değilsin ve belki hiç bu kadar yakın değilsin. Yeter ki istemeyi bil. Kendilerini değerli hissedenler, Yaratıcının kapısını çalmaktan yorulmazlar. Karşısında diz çökmekten korkmazlar. Karanlık fısıltıları duymazlar. Günah ve hatalarımızdan dolayı kendimizi küçümsememeliyiz. Değersiz görmemeliyiz. Rabbimizin kapısı daima açık ve bizleri her an dinliyor. Yeter ki yaptığımız hatalardan tövbe edince bir daha işlememek için terbiye etmeliyiz kendimizi.
Allah’ın renklerinden bir renksin. Esmalarından bir esmasın. Bu yol sadece senin için, bir başkası yürür sanma. Sorunlarla karşı karşıya geldiğinde dur ve gözlerini kapat. Bütün bir kâinatı boyasıyla boyayan Rahmân’ın kim olduğunu anla.
O Allah ki; Karanlıklar içinde kalanlara ansızın bir ışık yakar. Çıkılmaz olan sokaklarda kapılar aralar. Sağır eden sessizlikleri rahmetin esintisi ile dağıtır. Köklerinden kopmana izin vermez, aksine daha sıkı sarılman için güç verir. Ezilen kırılan köklerini onarır, yeniden başlamak için sana fırsat tanır. Umudu senin için daima taze tutar. Yalnızca, görecek gözü, duyacak yüreği olanlar Rabbin bahşettiği hikmeti görebilirler.
Bazen ne yaparsın, olmaz; her ektiğini biçemez insan. Çiçeklerle süslediği hayaller ile bir başına öylece kalakalır. Allah’a güvenenler için üzücü son yoktur. Marifet, hikmeti görebilmekte ve anlayabilmektedir. Belki senden alınanlar, daha güzelini vermek içindir, hiç düşündün mü?
İçindeki gizli yaraları, döktüğün gözyaşlarını, dilinde asılı kalan sözcüklerini, yüreğindeki ahları, keşkeleri ve kalbinde sakladığın onca hükümsüz hayalleri daldığın şu fani dünyanın vefasız hayaline kurban et. Yeteri kadar izlediysen dünya manzarasını, yak kandilleri, insanı ve umudu yâd et.
Unutma!
Hakikat denizine girenler için tüm sırlar çıplaktır. Kalplerin tek sahibi Cenab-ı Allah’tır.
Kulağını kötü sözlere, kötülüğe kapat. Ruhunun çağrısını dinle. Seni arayan birini ara, yoksa şayet aramaya kendinden başla. Şunu da unutma: samimiyet kendini açıklamaya ihtiyaç duymaz, çok şey anlatır ama hiç konuşmaz.
Bazen öyle bir çıkmaza girer ki insan, yorulan bedeni değil, tökezleyen ruhudur. Her şeyden vazgeçmek ister insan, kalbinin takatinin olmadığını düşünür. Peki, bu karanlığın ardındaki baharı hiç düşündün mü? Aradığın şey, sahip olamadığın, ardında da bırakamadığın özlemler için başlangıçlar olan bir diyar. Unutma, yol da O, yâr da O’dur. Yeter ki sen menzilini şaşırma.
Nasıl yazacağını bilmediğin, mutlu sonla biten hikâyelerin bir sahibi var.
Görmeyen birine gökkuşağını anlatamadım diye iyi niyetini sorgulama. Gözler görülmesi gerekeni görmezler, yüreğiyle bakamayanlar için kendini suçlama. Ne düşünürler diye tasalanma. Boğulduğunu sandığın yerde başlayacaksın yaşamaya. Gülümsemeni herkes görür ama kederini yüreğiyle bakanlar ya da aynı yaranın rengini taşıyanlar anlar. Ama seni her halinle tanıyıp gören, duyan yalnızca Allah’tır. Yeter ki sen umutsuz olma. Bir umut tılsımı yeter, hüzünlerini dağıtmaya.
Yaprak bile hükümsüz düşmüyorsa yere, her şeyin doğru bir zamanı vardır. Allah bazı şeyleri erteliyorsa, engelliyorsa, müsaade etmiyorsa vardır elbet bunun bir sebebi. Erenler der ki; “Olanda bir hayır, olmayanda bin hayır ara.”
İnsanlar senin ışığını söndürüp, karanlığından şikayet edebilirler. Sen en iyisi vefayı Rahmân’da, umudu İsm-i Sübhan’da ara.
Tutunduğumuz, vazgeçilmez dediğimiz, öyle canımızla bağlı olduğumuz değerler bir bir elimizden kayıp gidince anlıyor insan asıl tutunması gereken tek şeyin yalnızca Allah olduğunu. Öfke ve acıların çığlığa dönüştüğünde, insanlar yaşadıklarını değil sadece çığlığını görürler. O ise kalbinin en ince sızılarını görüyor. Peki, seni görmeyen, duymayan, hissetmeyen yüreklere sitemin boşuna değil mi?
Duvara anlatmak gibi… Yok yok, duvar belki çığlıktan yarılabilir ve duyma ihtimali olur. Ama taş kesilmiş yürekler ne duyar, ne hisseder, ne de görür.
Ruhunu hapseden bedeninden kurtul. Kurtul ki şu dünya denen harabeden kurtul. Olana olmayana, yaşanan yaşanmayan, ziyan olan tüm olunmuşlara inat sen yine huzuru ara. Ruhunun huzur bulduğu yer, senin evin, senin mabedin, senin memleketin olsun. Mutlu olmak için herkesi memnun etmek zorunda değilsin. Kaldır başını, ufka bir bak. Zaman öğütülüyor, kaçırma anı. Bırak kalbinin yüklerini güverteye. Nasılsa gidiyor gemi, gideceği yere. Her düştüğünde üzülme. Hayatın koşuşturmasına kapılıp kendini unutma. Ayağına taş değdi diye oturup hayıflanma. Ayağa kalk ve cesur ol, yürümek için.
Geçmişin tasası, geleceğin telaşı ile kendini meşgul etme. Dua et, şükret, affet ve gülümse inadına… Hele ki gözyaşlarına inat gülümse.
Kır kalbinin zincirlerini, bırak artık anlamaya ve anlatmaya çalışma. İsteyen gelir, istemeyen gelmez. Sen dön yüzünü Rahmân’a ve o çok özlediğin bahara… Çünkü seni anlamak için senin gibi onun da ruhunun acı çekmesi gerekiyor. Yoksa içindeki boşlukları, fırtınaları, savaşları, yenilgileri anlatmaya yetmez sözcükler… İçinde bir asrın yorgunluğu var, seni sessizliğinden anlayan birine ihtiyacın var ama seni anlayan yoktur. İhtiyacın olan tek şeydir belki anlaşılmak. Bu yüzden yüklenme bu kadar kendine. Sırtını Rabbine daya. O açar sana, seni anlayan kapıyı, merak etme. Belki de biz gibi yüreklere insanlık çok şey borçlu…
Dönüşü olmayan yolları, halden anlamayan kulları, verdiğin sessiz savaşları bir bilen var. Allah var, unutma…
Omuzuna yüklenen yükler, yitirdiğin mutlulukların, yüreğindeki kaygıların, yaşından yorgun hissettiren yaşantın için kederlenme.
Bil ki bunu değiştiren tek şey Hakikat ve hakikatin tek hükmü de bir tek Rahmân’ın elinde…