Son yıllarda tüm dünyada fırtına gibi esen ve hangi taşı kaldırsak altından çıkan mindfulnessın nasıl ortaya çıktığını az çok biliyor olsak ta ben bu yazımda bilmeyenler için biraz bahsedeceğim. Hatta bu sıralar farkındalık zehirlenmesi yaşadığımızı söyleyenler bile var. Tam olarak Türkçede karşılığı olmadığı söylenen İngilizce mindfulness ya da bilinçli farkındalık kavramı nasıl ortaya çıktı?
1971 yılında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde moleküler biyoloji doktorasını tamamlayan Jon Kabat Zinn öğrencilik yıllarından itibaren yoga ve meditasyon gibi Budist öğretilere ilgi duyuyordu. Daha sonraları Thich Nhat Hanh ve Seung Sahn gibi ustalardan meditasyon eğitimleri almaya devam etti. Zinn kronik ağrıları tedavi eden bir klinikte çalışırken, bu ağrıları yok etmeye çalıştıklarını fark etti. Çeşitli ameliyat ve ağrı kesicilerle dindirmeye çalışsalar da hastaların ızdırabı dinmiyordu. Bir meditasyon esnasında ağrıyı yok etmeye çalışmaktansa bu ağrıyla kalabilmeyi ve ona yargısız bakabilmenin işe yarayabileceğini fark etti. Ve Massachusetts Üniversitesi Tıp Fakültesi’ ni Farkındalık Temelli Stres Azaltma Kliniği(MBSR) kurmasına izin vermeye ikna etti. Meditasyonu seküler bir biçimde bu programın içine dahil etti. MBSR programı ve mindfulness tüm dünyada tanınmaya başladı.
Jon Kabat Zinn, “Gerçek meditasyon yaşamdır” der. Ve meditasyonu sınırlı ve belirli bir ritüel olmaktan çıkararak, hayata geçirir. Herkesin her yerde yapabileceği, seküler bir eylem olarak sunar. O zamandan beri mindfulness üzerine yapılan tüm araştırmalar farkındalığın daha doyumlu ve huzurlu bir yaşam için gerekli olduğu ve iyi oluş halini desteklediğini kanıtlamıştır. Bildiğimiz gibi bilinçli farkındalık; kasıtlı olarak dikkatimizi düşüncelerimize, duygularımıza, davranışlarımıza getirmek ve onlara yargısız bakabilmektir. Yoksa dikkatimiz sürekli bir yerlere çekilir. Bir yazımda bahsetmiştim, üniversite öğrencileri üzerinde yapılan araştırmalarda dikkatin 45 saniye kadar bir şey üzerinde kalabildiği saptanmıştır. Biz kasıtlı olarak bir şey üzerine dikkatimizi getirmezsek ne yazık ki düşüncelerimizin peşine takılıp gidiyoruz ve günlerin, haftaların nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile. Çünkü çoğu zaman orada değiliz ve zihnimizin içindeyiz. Çok basit bir egzersizi bu yazıyı okurken yapabiliriz. Şimdi sağ elinize dikkatinizi getirin, neyle temas ediyor? Elinizde ne var? Eliniz sıcak mı ? Soğuk mu? İçerde bir karıncalanma, kasılma hissediyor musunuz? Ya da bir akış? Siz elinizi hissetmeye çalışırken, aklınıza nasıl düşünceler geldi? Bir şey hissedemiyorum, elim üşümüş böyle egzersiz mi olur gibi düşünceler geldi mi? Onlara nasıl cevaplar verdiniz? Bu basit bir mindful egzersiziydi. İlla meditasyon yapmaya gerek yok, informal pratiklerle de mindfulness hayatın içinde yer alır. Ve o da bİr kas gibidir, siz dikkati odaklamaya çalıştıkça bu kasınız güçlenir. Daha fazla anda ve burada kalmaya başladıkça zihniniz geçmiş acılardan ve gelecek kaygılarından arınmaya başlar ve ızdırabınız azalır. Kendine bakabilen insan ızdırabını da görür. Mindfulness pratikleri ile çalıştıkça ıstırabımıza alan açabilme ve bakabilme kapasitemiz artar. Hayatın tadını daha fazla almaya başlarız.
Ancak mindfulnessin önemli bir bileşeni vardır; Şefkat. Şefkatten yoksun bir mindfulness yükseklerde yuvasında oturan, görüşü net olan ancak duygusal açıdan bağlantısız bir kartala benzer. Bu durum katılık, acı veren özeleştiri ve başkalarına yönelik eleştiri ile sonuçlanabilir. Bunlara karşılık, mindfulness olmadan şefkat dünyadaki ıstırap karşısında çaresizlik, umutsuzluk ve bu hislerin altında ezilme duygusuna sebep olabilir. Bu yüzden mindfulness ve şefkat bir kuşun iki kanadı olarak düşünülebilir.
Şefkat, kalbinin bir başkasının acısına nezaketle yanıt vermesi ve acısının hafiflemesini istemesidir. Şefkat kelimesinin İngilizce si ‘compassion’ kelimesinin kökleri Latinceden gelir ve ‘Com’ birlikte ‘Pati’ acı çekmek demektir. ‘Compassion’ acıyla birlikte olmak, acıyı paylaşmak olarak çevrilebilir. Peki şefkat ne değildir? Ne ile karıştırılır çoğu zaman? Şefkat merhamet değildir. Acıma değildir, empati duymak ta değildir. Sadece sevecen, arkadaşça anlayış değildir.
Şefkati dört bileşenle açıklayabiliriz:
Bunlardan ilki farkındalık, o yüzden şefkatin bileşenidir. Çünkü farkındalık olmazsa şefkatte olmaz. Acıyı fark etmek, acıyı görebilmek.
İkincisi duygulanım yani empati. O acıyı hissedebilmek.
Acının azalmasını dilemek, bu niyetimizdir.
Sonuncusu acıyı azaltmak için harekete geçmek yani motivasyonumuz ve iyi dileklerimiz.
Bir tutum olarak şefkati geliştirebiliriz ve bunlar üzerinde çalışırken şefkatin doğal bir şekilde ortaya çıkmasını bekleyebiliriz. Şefkat doğuştan içimizde var olan bir duygudur. Kalbin uyanmasıdır. Sadece fark edilmeyi bekler.
Ancak şefkati başkasına karşı geliştirmek kolay olabiliyorken kendimize karşı şefkat geliştirirken çok zorlanırız.
Şefkat neden bu kadar önemli diye düşünürsek, şefkat üzerine yapılan bilimsel araştırmalar şefkat uyandıkça beynimizin o kadar entegre olduğunu ve öznel bir iyi hissetme duygusu olduğunu, insanların kendilerini iyi hissettiklerini, iyi hislerle ödüllendirildiğini gösterdiğini söylüyor. Bu da kendimiz karşı acımasız eleştirilerimizin azaldığını ispatlar. Öz şefkatle negatif duygular pozitif duygularla değiştirilmez, negatif duygu deneyimlenirken fark edilir ve pozitif duygu ile desteklenir. Bu da genel iyi oluşa hizmet eder. Ayrıca deneyimlenen acının öz şefkatle karşılanması halinde meydana getireceği pozitif duygular, bizi daha pozitif zihin seviyelerine götürebilmektedir.
Farkındalık bizim elimizde…