Hayat… Nedir hayat?
Kelime anlamıyla; Doğumdan, ölüme değin geçen süre… Yani yaşam alanı…
Her yaşam alanı bir hayat mıdır? Yoksa, yaşam da kendi içinde çelişkiye düşmüyor mu? Doğmak ve ölmek, olarak… Yaşam, başlangıç mıdır, bitiş midir? Yoksa, bu nasıl bir çelişkidir? Bunları diyerek, gözümüzü kapatalım. Ve önümüzden geçen hayata doğru bir yol alalım. Yollarda inelim, çıkalım. Bazen yürüyerek, bazen koşarak, bazen tökezleyerek. Yaşam misali, bir nefes alımı…
Hayat iz midir, giz (li) midir, biz midir? Baktığımızda, geleceğini göremediğimiz anların geçmişinde bir “iz” bırakmaktır bugünlere…
Hayatın hesabı derler. Hesaplı hayat mı olur? Ne garip! Doğarken biz ağlarken, etrafımızdakiler gülüyordu. Ölümle buluştuğumuz an herkes ağlamaklı. Aradaki ilerlenilen çizginin adı, bir garip hayat…
Hayatın hesabı bu olabilir mi? Kiminin gönlüdür, kiminin aklı, kiminin yaşadıkları… Bir nefistir oysa… Altını, üstünü çizdiğimiz, her defasında asla dediğimiz ya da mutlulukla yol alınan deftere yazılan anılar…
Kimine göre kader kimine göre keder ama ne olursa olsun. İçerlemenin, iç
çekişinde ya su verilen bir çiçek misali yeşeren ya da kuruyup giden bir çiçek
oluşan ortam…
Bana göre hayat geçici varoluşların olduğu bir alandır. Olumlu olumsuz, iyi kötü, yaşanılan her an. Kimi bu hayatı sanatsal hale getirip anlamlandırır, kimi bu hayatı, kökleri daha oluşmadan travma almış halde… Sunmaya çalışır etrafına…
Anlıyoruz ki, her insan yaşam adı altında yaşamıyor. Kimileri hayatın sahnesinde mutlu rol alırken, kimileri mutsuz rol ile karşımıza çıkar. Oturdum, köklerine indim mutsuzlukların bir anne karnındaki çocuğun
varoluşuna kadar. Adına kader dediğimiz hayat bizi ne kadar etkiler diye…
Bazısı zamanın hakkını veriyor baktığımda, bazısı veremiyor eksiğiyle, eksikliği ile. Yaşanılan dünya denilen hayatın kimine göre hayattan geçiş olsa da yaşadıkları ile, kimine göre geçmiş ve gelecekten ibaret olduğunu görüyoruz…