Bir Ömür Kelebek

Yusuf Alper Evcil 586 Görüntüleme Yorum ekle
7 Dak. Okuma

Bir ölüm sessizliği vardı doğada. Öyle bir sessizlikti ki bu minik kelebek kendi kanat seslerini duyabiliyordu neredeyse.

Bu sabah güneş henüz yeni doğmaya başladığında açmıştı gözünü. Demek dünya böyle bir yerdi. Ne kadar da sessiz. Oysaki kuş cıvıltıları hayal ederdi hep. Gözlerini açtığı bu gol kenarında tek değildi elbet. Kendi gibi birçok kelebek ile doğmuşlar, yeni günü selamlamışlardı.

Esen bir rüzgâr hissetti narin kanatlarında. Ne renk olduğunu merak etti sonra. Birkaç denemede bulunsa da göremedi. Çevresine bakindi usulca. Birçok farklı renkte arkadaşları vardı. Birinin kanadı kırmızı içerisinde beyaz renkler ile beğenmişti. Bir diğeri beyaz kenarları olan mavinin en canlı tonunu taşıyordu kanatlarında. Ne mükemmel bir görüntü vardı hep birlikte uçtuklarında. Turuncu kırmızı kanatlı bir başkası geçti önünden sonra. Kaç zamandır kozadaydılar kim bilir.

Her biri uçuşarak hayatlarının bu ilk anlarında özgür olmanın tadını çıkarmaya çalışıyordu aslında.

Çevrelerinde kocaman yemyeşil ağaçlar vardı. Sanki ağaçların hepsi gökyüzüne ulaşabilecek kadar yüksektiler. Ağaçların arasında öylesine bir uçtu. Çok hoşuna gitmişti bu gezinti. Hafif esen rüzgârın yapraklarda çıkardığı sesleri duyabiliyordu. Bir su birikintisi vardı biraz ilerisinde. Yosun kokusu çarptı burnuna. Suya doğru bir hamle yaptı.

Uçarken birçok koza gördü. Demek dışarıdan böyle gözüküyordu doğmadan önce. Ne kadar da çirkin bir görüntü diye düşündü. Kozanın içerisinde sıkışıp kaldığı o karanlık günler geldi aklına birden.

Küçük bir şu tanesinden büyümüş, kanatları ve kafası oluşacak kadar bir böcek şeklinde geçirmişti hayatını. Çok zor olmuştu çıkmak o karanlık yerden.

Bir süre uçtuktan sonra insan sesleri duymaya başladı. İlk başta biraz korktu gitmekten vazgeçecek gibi oldu. Sonra topladı cesaretini. Suyun serinliğini hissetmek istiyordu. Ne de olsa uçabilirim, yükseklere uçtuğumda bana zarar veremezler diye kendine cesaret verdi ve devam etti kanat çırpmaya.

Biraz daha yükseldi yerden. Evet ağaçların arasından görebiliyordu. Bu sık ağaçların arasında güneşin ışıkları çarpıyordu gözüne. Çok yaklaşmıştı suya. Acaba nasıl bir yer var diye geçirdi içinden. Bir nehir mi görecektik. Göl mü yoksa, küçük bir su birikintisi miydi onu buralara kadar getiren.

Uzun ve yeşil dalları olan ağaçların tam ortasında küçük bir göl duruyordu. Birkaç tane insan ellerinde fotoğraf makinesi ile diğer arkadaşlarının fotoğrafını çekiyordu uzaktan. Arkadaşları ise tim renklerin güzelliği ile suya yaklaşabildikleri kadar yaklaşmışlardı.

Biraz daha hızlanarak insanların üzerinden geçti. Kısa bir tür attıktan sonra arkadaşlarının yanına doğru alçalmaya başladı. Yaklaştıkça suyun serinliğini hissediyordu. Çok harika hissetti kendini. Bu sırada kuş sesleri çalındı kulağına. Bir erkek kuş, dışı kuşa aşk şarkıları mırıldanıyordu. Rüzgârın tatlı esintisi yapraklara çarpıyordu. Huzurun sesi olsa ancak bu sesler olabilirdi.

Suya yeterince yaklaştığında yavaşladı ve olduğu yerde küçük daireler çizmeye başladı. Küçük su damlacıklarını hissediyordu kanatlarında. Çok uzunca bir zaman karanlıkta kalmanın ödülü bu olmalıydı.

Biraz daha kulak kabarttı gelen seslere. İnsanlar onların hakkında konuşuyorlardı. Renklerinin güzelliği, yaptıkları küçük manevralar. Yavaş ama haz veren kanat çırpışları. Gururlandı bunları duyunca ne muhteşem bir varlık olduğunu düşündü.

İşte tam da en iyi hissettiği anda, bir insanın ‘Ne kadar yazık sadece bir gün yasayabilecekler’ demesiyle irkildi. Bunca eziyet, o karanlık ile edilen mücadele sadece bir gün içimiydi yani?

Bir anda tüm neşesi kaçtı minik kelebeğin. Henüz gün doğalı bir iki saat olmuştu. Ve bugün güneş battığında ölmüş olacağını düşündü. Her ne kadar uçmaya devam etsene hevesi kırılmıştı. Çok adaletsiz diye düşündü. Bu kadar karanlıktan sonra sadece bir gün yaşayabilecek olmam çok adaletsiz.

Düşüncelere dalmışken, bir hareketlilik fark etti. Uçuşan diğer arkadaşlarından birisi dalgınlık ile suya düşmüş ve suyun yüzünde çırpınarak can vermişti. Bir şimşek çaktı kafasında. Birkaç saat yaşayan o arkadaşı adına üzüldü. Ne kadar da erken bir ölüm diye düşündü.

Madem tek bir gün yaşayacaktı, o zaman tüm renklerini görmeliydi doğanın. Hızla göğe yükselmeye başladı. Gidebildiğince uzağa gitmeli, görebildiği en güzel şeyleri görmeliydi. Yeterince yükseldiğini düşündükten sonra aşağı bakmaya devam etti. Orman tüm azameti ile aşağıdaydı artık. O kocaman yeşil ağaçları yukarıdan görebiliyordu.

Ağaçların üzerinde farklı renklerde kuşlar olduğunu fark etti. Bir sincap dallar arasında zıplayarak dolaşıyordu.

Birkaç tane daha kelebek gördü. Birden aklına bir fikir geldi. Güneş battığında ölecekti madem, mutlu olmalıydı. Aşağılara süzüldü rüzgâr tekrar hissetti kanatlarında. Ağaç dalları arasından daldı ormana tekrar.

Bir sürü kelebeğin olduğu bir topluluğa karıştı. Birlikte yeni bir göl buldular. Orada huzurun sesini dinleyerek uçuşmaya devam ettiler.

Biraz daha ileriye uçtu sonra bir ağacın uçan yaprağına kondu. Rüzgarla dans etti bir süre. Rüzgâr etkisini kaybettiğinde kanat çıkmaya devam etti.

Bir ayçiçeği tarlası gördü. Ayçiçeklerin o muazzam sarı görüntüsü içerisinde uçmaya devam etti.

Artık vakit ikindiyi geçmişti. Yorulmaya başladığını hissetti. Dinlemeliydi. Sessiz ve huzurlu bir köşe aradı kendine. Bir deniz manzarası fark etti sonra…

Manzarayı izlemek üzere yemyeşil dalları olan bir ağacın yüksek dallarından birisine kondu. Karşısında harika bir gün batımı manzarası vardı. Ufuk çizgisine yaklaşmış olan güneş ışıkları, denizin maviliği ile birleşmişti. Yansıyan ışıkların oluşturduğu görüntü sanki sımsıcak bir deniz suyu olduğu hissini uyandırdı içinde. Dalgaların dinlendirici seslerini duyabiliyordu. Esen hafif meltem rüzgâr denizin kokusu burnuna getiriyordu. Kanatlarına çarpan rüzgâr sanki şefkatli bir elin yavrusunu okşaması tadında bir his uyandırıyordu içinde. Huzur dedikleri tam olarak şu an yaşadığı olmalıydı.

Tüm gün uçmanın vermiş olduğu yorgunluk ile bir süre daha bu eşsiz manzaranın tadını çıkardı. Bu sırada güneş artık ufuk çizgisi ile birleşmiş ışıklarını dünya üzerinden çekmeye hazırlanıyordu. Mükemmel bir gün batımını izlemek çok keyiflendirmişti kelebeği.

Bir halsizlik hissetti kanatlarında. Artık uçabilecek kadar güçlü değillerdi. Bütün gün gördüklerini ve yaşadıklarını geçirmeye başladı aklından. Muhteşem yeşil ormanı, çağlayan dereleri, ayçiçeklerini uçarken esen rüzgarları anlattığı zorlukları. Ne de çabuk geçmişti zaman. Göz kapakları ağırlamaya başlamıştı artık. Güneşin battığını görebiliyordu. Deniz manzarasına son kez bir daha baktı. Kapattı gözlerini, huzurlu manzaranın tadını damaklarında…

Bir rüzgâr esti sonra, kelebeğin cansız vücudu bir yaprak gibi süzüldü gökyüzünde. Toprağın üzerine düştü. Rüzgâr tekrar esti üzerini topraklar örttü.

Kelebeğe ayrılan süre bitmiş, dünya yeni kelebeklerin hikayesi için yeni bir güne hazırlanmaya başlamıştı.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version