Kırgınlığım mevsim geçişlerinden miydi insan geçişlerinden miydi bilmiyordum. Ne de olsa hayatımızdan gelip geçenler kırgınlıklara yol açabiliyordu. Kırgınlıkların çoğu da fazla anlam yüklememizdendi. Tıpkı evin salonunda o en güzel köşeye yerleştirdiğimiz vazo gibiydi, bazı insanlar. Fazlaca anlam yüklediğimiz, özene bezene baş köşeye kondurduğumuz vazo aslında diğerlerinden pek de farklı değildi. Onu oracığa biz iliştirmiş, şöyle uzaktan süzüp süzüp iç geçirmiş çokta yakıştırmıştık yerine. Oysa herhangi birinin kolu çarpınca devriliverdi o vazoda, diğer tüm benzerleri gibi… Çokça anlam yüklediğimiz bu eşyalar kim bilir kaç parçaya bölündü ve birleştirmek için ne kadar çabaladıysak da eski anlamını yitirdi.
Tıpkı kırgın bir kalp misali. Ne kadar özür dilense boş gelir bazen kırılan kalbi iyileştirmeye, eskisi gibi olmaz işte. Oldu sanarsın; ama artık sen o eski sen değilsindir. Kalbin japonla yapıştırılan bir parça gibi sımsıkı tutunsa da, vazonun o kırılan sapından tutmamayı öğrenmen gerekir zamanla. Kırılan yeri unuttuğunda çat diye kopar, yeniden elinde kalır sap misali kalbinde.
Kırgınlıklarımız buruşturulmuş bir kağıt belki, bir kırlangıcın yorgun kanatları sanki. Aynı şekilde buruşturup aynı yerden koparılmamalı dahası buruşturulup atılmasına tekrar tekrar kopartılmasına müsaade edilmemeli! Yoksa aynı kuyulara yeniden düşer, yolumuzda ilerleyemeyiz. Önümüze bakmayı öğrenmeli; çiçekleri, ağaçları, kuş seslerini fark etmeli doğayı içimize çekmeliyiz. Acıyan yerlerimize toprak basmalı, yenilenmeli, taze tohumlar serpmeliyiz.
Anka olmalı, Felix olmalı değişirken dönüşmeliyiz. Bir dönüşüm değişim kadar kolay değil biliriz,biz yine de değişirken ilerlemeli her değişimle dönüşmeliyiz.
Elbet doğrusunu bildiğimiz yanlışlara düşeceğiz. İnsanoğluyuz ve çiğ süt emmişiz. Oysa biz kötü yanımızı kabullenip güçlü yanlarımızı besledikçe güçleneceğiz.
Sorarım(!) insan kendini tanımadan ne kadar büyür yahut büyür mü sahiden? Büyümek için kendini bilmek gerekmez mi? Gelişmenin faydalı olması, geçtiğin yerlere yeni tohumlar ekmeğinin yolu kendini bilmekten geçmez mi?Tanımalı insan zayıflıklarını, pişmanlıklarını hatırlamalı. Nedenini sormalı kendine, gizli karanlık yanlarını bulmalı. Kimler sebep bu karanlığına düşünmeli, düşünmeli çözmeli hesaplaşmalı kanayan yaralarıyla; gölgeleriyle yüzleşmeli. Mektuplar yazmalı, yalnızca sevdiklerine değil; sevmediklerine de yazmalı. Dahası nefret ettiklerine, nefret etmeye bile çekindiklerine yazmalı. Kusmalı kinini, yüzünün tam ortasına tükürmediklerine dair ne varsa dökmeli kara kaplı defterine. Yüzleşmeden olmaz, hesap kapanmadan yol çıkarsan tıkanırsın! Ve sen, acılarınla varsın!
Belki şu kocaman gök kubbenin altında bir zerreden farksızsın; fakat varlığına inandığında büyük bir fark atacaksın!
Şimdi sıra sende, iyi olan güzel olan ne varsa onu kavramada sıra. Özündeki ışık seni var etmeye yeter; çünkü sen en büyük ışıktan en büyük aşktan… O en güzel,o en muhteşem, o ki övgülerin en yücesine layık olandan bir parçasın. Şimdi söyle, düşünde bir şöyle; varlığın bir mucize değilde ne!
Sen özünün farkına vardığında aydınlanacak, ışıyacak ve ışığınla aydınlatacaksın!
Gücün ne kadarına yeter bilmem; ama kendini yok sayamazsın!
Zaman birbirini kovalarken geriye baktığında nerede bir ışık yaktın, kimlerin yolunu aydınlattın dönüp bir bakmalısın! Sana emanet bu ömrü incelikle taşımalı, ödünç aldığın bu yaşamı aşkla yaşamalısın!