ORHAN Duru’nun ŞİŞE öyküsü, insanoğlunun kendi kıyametini kendisinin meydana getirdiği en güzel şekilde anlatan ironik bir öyküdür.
Öyküde doğanın olabilecekleri aslında kedilerin kaçışmalarıyla, köpeklerin ulumalarıyla haber verdiğini fakat insanoğlunun hırsları, korkuları, sığlaşan duyguları yüzünden bu işaretleri anlamadıklarının altı çizilir. Öykü, İsmail Usta’nın elinde içi su dolu bir şişe ile belirmesiyle başlar. Öyküdeki insanlar da İsmail Usta’nın elindeki şişenin işaretlerini anlamadıkları için başlarına gelecekleri sezemezler. Yaşlı bir balıkçı olan İsmail Usta’nın birkaç yıl önce ölümün üfürüğü yüreğinin yakınından geçince içinde ne hırs ne doğayı alt etme tutkusu ne de diğer yaratıklara üstünlüğünü kanıtlama çabası kalmıştır. Balıkçılığı bırakan İsmail Usta, Tanrı nasılsa rızkı verir diyerek sadece denizi ve dalgaları izlemeye başlar. Kendini dalgalara kaptırınca insanlar onu ermiş kişiliğine büründürür, herkes yarı saygı yarı korkuyla bakmaya başlar İsmail Usta’ya.
İsmail Usta içinde yaşadığı ortamdan memnun değildir. Sevgiler, dostluklar inandırıcı değildir; her şey çıkar ilişkisine bağlıdır. İsmail Usta doğal düzenin de bozulduğunun farkındadır. Denizlerde balıkların kalmadığını, kıyıların pislikle dolduğunu, kumsalları naylon torbaların, plastik kutuların kapladığını, denize akan lağımların çoğaldığını görür. Töreler bozulmakta, alın teriyle para kazanmanın yerini oturduğu yerden kazanmak almakta, para değerini kaybetmekte, onurlu olmanın değeri kalmamaktadır. Eskiden hiç olmayan hırsızlıklar şimdi peyda olmuş, evlere kilit vurmayanlar kilit vurur olmuştur. İlişkiler gerçekçi değildir. Arkadaşlar birbirlerinin sevgililerine göz dikerler, kadınlar erkekleri kolay bir av olarak görür, sanatçılar gerçek sanatçı değildir, zenginlerin her zaman yanında yağcıları vardır.
Lokantadan içeri elinde su dolu şişeyle giren İsmail Usta oradakilerin hemen dikkatini çeker. Lokantada birçok insan vardır ve hepsi de büyük kentin gürültüsünden, bunalımından kurtulmak için kendini buraya atmıştır. Şişenin ne olduğuyla ilgili her kafadan ses çıkmaya başlar. Rakı, votka, tekila gibi içki isimleri sayılır. İsmail Usta’nın şişede sadece su var demesi herkeste hayal kırıklığı meydana getirir. Hayat kaynağı kabul edilen, bir anlık kesintisiyle hayatı felç etmeye yeten suyu birden önemsiz bulurlar. İsmail Usta, şimdi havanın durgun olduğunu, bir de deniz patladığı zaman görmelerini söyler. Bunu söylemesinden sonra şişenin içindeki sular kabarmaya baslar. Durgun sular birden yükselir ve dalgalar azgınlaşır. İsmail Usta orada bulunanlara yıllar sonra sevdiği birkaç dalgayı kapatmayı başardığını, çok azgın olan bu dalgaların kendisine boyun eğdiğini söyler. Lokantada bulunan zengin bir iş adamı şişeyi satın aldığını söyleyince İsmail Usta “Nah alırsın!” diyerek gerekli cevabı verir.
Dalgalar arasında bir tekne belirir, karayel estiği için dalgalar daha da kötüleşir ve tekne dalga yemeğe başlar. Lokantada bulunanlar Ayşe’ler, Sevgi’ler, Koray’lar, Metin’ler, yazarlar, ozanlar, eleştirmenler, öğretim üyeleri İsmail Usta’dan tekneyi kurtarmasını isterler. İsmail Usta ise “Allah kurtarsın” der ve kılını kıpırdatmaz. Oradakilerden biri şişeyi açmalarını söyler; fakat İsmail Usta şişeyi acarsa dalgaların başlarına iş açacağını söyler. Oradakiler İsmail Usta’yı dinlemezler; şişeyi korumaya kalkan kollarını tutarlar; iş adamı törenle şişenin mantarını açar. Şişenin içinde tutuklu olan dalgalar, kasırgalar, lodos fırtınaları birdenbire lokantayı basar:
“Ezdi, dümdüz etti, iş adamlarını, kendilerinde iş olmayanları, yazarları, bozarları, çizerleri, ressamları, Tanju’ları, banka memur ve memurelerini, tatillerini geçiren ozanları, öykücüleri, eleştirmenleri, gazetecileri, aktör ve aktrisleri, o…ı, o… olmayıp da buna özenenleri, sen dulları, limanda bağlı tekneleri, yatları, kayıkları, pansiyonları, büyük kentlerden gelip butik açanları, arsa spekülatörlerini, komisyoncuları, vurdu duvardan duvara. Deniz suları sel gibi kapladı ortalığı.” (Duru, 1989, 81-82).
Yaklaşık doksan kişi boğularak olur; fakat tüm bu yıkımın içinde İsmail Usta yazarın deyimiyle Ağrı Dağı doruğu gibi dimdik durmaktadır. İsmail Usta, dalgalar biraz durulunca onları yeniden şişeye sokar ve tıpayı kapar. Rıhtıma doğru ilerlerken de “Ben uyarmıştım.” demeyi ihmal etmez.
Bir mahşer yeri olarak düşünebileceğimiz lokantada her kesimden, her türden insan mevcuttur. Parasıyla övünenler, unvanlarıyla her şeyi elde edeceğine inananlar, sevgiden yoksunlar, geçimsizler, inançsızlar, herkes lokantada bir aradadır. Öykü, insanoğlunun hayat ve doğa karşısındaki acizliğini ortaya koyarak yakalar ironiyi.
Fakat İsmail Usta’nın dalgalardan zarar görmemesi manidardır. Çünkü o doğayı anlamış, doğanın insanoğlunun elinden çok çektiğini kavramış, ona teslim olmuştur. Doğayı kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiren insan kendi özel cennetini hazırlamaya uğraşırken dünyayı cehenneme çevirdiğinin farkına varamamıştır. Bunun sonucu olarak da doğa zaman zaman insanoğlundan belirli afetlerle intikamını almıştır.
Orhan Duru, insanın dünyadaki trajik sonunu ele aldığı bu öyküsünde, insanların kendi sonlarını kendilerinin meydana getirdiğinin farkına varmamalarını dillendirmeye çalışır. Mizahın bir çeşit direnç olduğunu düşünen yazar, mizahı, kara gülmeceyi içinde bulunduğumuz duruma bir tepki olarak kullanır. “Şişe” öyküsünde de yozlaşmış değerlere, yozlaşmış insanlara tepki olarak ironiyi kullanır.