Bir Tamamlanma Hikayesi

Kader Toparslan 294 Görüntüleme 9 Yorum
5 Dak. Okuma

Güvenmek, güvenebilmek en zor oluşan duygulardan biridir ve sevgiden çok önce gelir. İnşa etmesi zordur ama yıkılması küçücük bir sarsıntıyla gerçekleşir. Güvendiğin kişiyi sevebilirsin ama aynı zamanda sevdiğin kişiye güvenmeyebilirsin, bu da olası bir gerçektir.

O kadar kutlu bir şey ki;

“Ne olursa olsun, yanımda yamacımda ‘O’ var” diyebilmek. Herkes karşında dururken onun, “O öyle yaptıysa vardır bir bildiği,” diye düşünmesi ve söylemesi, öyle kıymetli, öyle huzurlu ve öyle içten gelen bir sıcaklık ki. Böyle biriyle karşılaşınca, tabii ki hayatımızda yarım kalan her şeyin tamamlandığını, sanki onu zaten dünyaya geldiğiniz andan itibaren tanıyormuş gibi hissettiğinizi görünce anlıyorsunuz, hayatta güzel seven ve güvenilmeyi hak eden insanların da var olduğunu. Her insan bir şansı hak ediyor sanırım.

Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi:

“Düzenim bozulur, hayatım altüst olur diye endişe etme; nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmadığını?”

Süregelen düzene baş kaldırmak, imkânsız gibi görünen o yeni hayata başlamak elbette kolay olmayacaktır ve kolay olmayan, imkânsız görünen uğruna savaş verilen her şey çok kıymetlidir.

Yarım kalmışlık hissi ile yaşamak, yaşamaya çalışmak;

Hayatındaki herkese yetişmeye, koşmaya ve onlar için yaptıklarınla tamamlanmaya, kendini yok saymaya sebep oluyor. Bu his sinsi bir hastalık gibi önce aklını, sonra ruhunu ele geçiriyor. Kendin için hiçbir şey yapmaya gerek duymamaya başlıyorsun önceleri, sonra hissizleşiyorsun; canın yanmıyor gibi geliyor, kırılsan da kırıldığını anlamıyorsun.

İyi değilsin ama her zaman iyiymiş gibi davranıyorsun, ta ki karşına ‘O’ çıkana kadar…

İyiyim desen de, der ki:

“Biliyorum iyi değilsin ama sorun değil, ben buradayım, yanındayım.”

Kırıldığını, üzüldüğünü anlar, sırtında biriken yükleri görür ve sana “Artık ben varım, izin ver elinden tutayım, yanında olayım…” der.

Bir video izlemiştim, ünlü bir oyuncuya eşiyle evlenmeye nasıl karar verdiğini soruyorlardı.

Orada kullandığı şu cümleler beni çok etkilemişti: “Karşıma eşim çıkana kadar hayatım boyunca her şeyi tek başıma yaptığımı, o sorumlulukları ve yükleri tek başıma sırtlandığımı anlayamamıştım. Eşim bir gün bana dedi ki: ‘Artık ben varım ve sen bunları tek başına yapmak zorunda değilsin.’ O zaman onunla evlenmeye karar verdim. İlişki dediğimiz paylaşım, ortaklık ya da yol arkadaşlığı değil mi zaten? Eşlerin birbirinin en iyi arkadaşları olmaları şart bence; her şeyi paylaşabilmeliler. Sadece aşksa paylaşılan, gelecekte o ilişki bitecektir mutlaka. Fakat eşinle sohbet ederken kahkahalarla gülebiliyorsan, hiç sıkılmadan saatlerce konuşabiliyorsan ya da saatlerce gözlerine bakıp susabiliyorsan, O’na baktığın zaman ruh halini görebiliyorsan ve aşktan önce güvendiğini hissedebiliyorsan; Sakın o insanın hayatından çıkmasına izin verme!”

Neşet Ertaş’ın da dediği gibi:

“Sevmek, söz söylemek değil, bütün zor şartlara rağmen sahip çıkmaktır. Kötü günde sarılmak, iyi günde güven vermektir.”

Bütün mesele, karşındaki insanın ruhunu okuyabilmekte; gözlerine bakınca anlıyorsun senin için doğru insan olduğunu. Bütün imkansızlıklara rağmen yanında olmak istiyorsun, yanında olsun istiyorsun ve geri kalan hayatını Onunla geçirmek oluyor tek istediğin…

İyi ya da kötü ne varsa, hayata dair onunla olsun istiyorsun, binlerce kişi bile olsa karşında O’nu ışığından tanıyorsun…

Aranızdaki o çekim o kadar güçlü oluyor ki, buna karşı koymak imkânsız…

Kaç yaşındasın?

Kaç yıl daha yaşayacaksın?

Kaç kişi için vazgeçeceksin ömrünün o değerli anlarından?

Ömür dediğin ne ki?

Üç günden ibaret…

Sevdiklerini toprağa emanet edince anlıyorsun zamanın ne kadar kısa ve kıymetli olduğunu, o ne demiş, bu ne düşünmüş diye düşünecek, zamanını boşa harcayacak kadar vaktin yok biliyorsun. Zaman en kıymetli hazine, heba edilmeyecek kadar değerli.

Hayatında sana karşı yapılan bütün hataları bir şekilde affedersin ama kendi kendine yaptığın hataları affetmek çok zor oluyor. “Ben kendime bunun yapılmasına nasıl izin verdim,” diyorsun. Hayat çok kısa, bindiğimiz gemiden mutlu inmek de bizim elimizde. Kimsenin sizi üzmesine, değersiz hissettirmesine asla izin vermeyin. Sizi değerli hissettiren kim olursa olsun hayatınızda tutun. Emin olun hayat bu şekilde daha yaşanır bir hale gelecek. İnsanlar buna bencillik deseler de ben buna özsaygı diyorum. Kendine saygısı olmayan kişi hayatında mutlu olmayı da beceremez.

Bazı ruhlar ezelden birbirine aşinadır derler.

O aşina olduğumuz ruhla karşılaşmanızı, ne olursa olsun “Yanımda O var,” diye bildiğiniz bir hayat diliyorum…

Gönlünüzü kırmadan, sizi yormadan, gözü kapalı sizi seven insanlara çıksın yolunuz…

Eskilerin de dediği gibi, velhasıl kelam, ‘O’ gelince, gidenlerin gittiğine şükredeceksiniz.

Sizi, kalbinize ve ruhunuza teslim ediyorum…

İçinizdeki çocukla olan sohbetiniz hiç bitmesin…

Hayatınızın en güzel bölümü çocukluğunuz, en masum yanınız çocukluğunuz; onu sakın ihmal etmeyin…

En güzele emanetsiniz…

Sevgi ve saygıyla…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yaşam Koçu
9 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version