Asıl ciddiyetim Kaf Dağı’nın ardında, öyle herkesle muhatap olmuyor. Çok az insan tanıdı o yanımı. Sevgimi gösterişimse yârin teslim olduğu kadardı…
“Beni anladığınızda her şeyi anlamış olacaksınız fakat beni anlayamazsınız” demiştim. Bunu çok önceleri fark ettim, ettiğimdeyse anlaşılmayı reddettim. Ne umdum, ne de bekledim. Heveslendiğim zamanlar olmadı değil. Birlikte yol yürüyecek çok az insan seçtim. Aidiyetin ne demek olduğunu anlamadıklarını görünce vazgeçtim.
Adanmanın kitabını erken yaşlarda okudum, müsaittim hem adanmaya hem de aldanmaya. Rahmetli Köse Kadı, koskoca istihbaratı yönetirken ondan öğrendim aslında kim olduğunu gizlemeyi. Has adamı Martaly Matyas, Macar ovalarındaki gizli mezarında rahat uyusun. Ama ben, Doğancı Köyü ile Ağaköy arasındaki Sülüklü Çeşme’den çokça su içmiş bir çocuktum. Kasabamda edebiyat öğretmeni olup küçük bir hayat yaşayacaktım. Pazarköprü yolu üzerindeki kuyunun yakınındaki bir yerlerde hatıra bırakmıştım armut ağacı altına. Şimdi büyük şehirlerin görkemli binalarında Cizinna’ya bir şeyler anlatıyorum. “Kaplan güvercinlerini iyi koru Cizinna” diyorum. Cizinna benim hangi türküleri söylediğimi hiç bilmiyor. Hatta türkü dinleyip söylediğimi de… Şarkılar hep ıslak kalıyor, ben köprü altında yağmurdan saklanırken.
Şiiri tükettim, şiir yazdıracak duyguları da… Ezberimde yüzlerce şiirle kalakaldım sevdasız. “Ben sevdimmi adam gibi severdim” oysa ki ama adam gibi sevilmeyi bilecek bir muhatap olsaydı! Dedim ya size, ben adanmanın da adamlığın da kitabını çok erken okudum.
“Neyse” bile demiyorum artık hiçbir şey için. Çok kelime israf ettim değmezlere, çok cümle ziyan oldu kör sevdalara. “Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan, beni bir gözleri ahûya zebûn etse felek” ne fayda, aşkın değer gördüğü yer değilmiş bu dünya. Aşktan da vazgeçtim, sevdadan da… Şarkılar sahipsiz, şiirler şairsiz kalakaldı öylece. Sen o güvercinlere iyi bak Cizinna. Birgün bir haber uçurucaz seninle. Vazgeçti diyicez, en vazgeçmeyen en vazgeçilemeyenden. Değmezleri aşktan yana terk eyledi diyicez. Liman ağlasın şimdi bir daha geri dönmeyecek olan gemiye. Tarık Bin Ziyad Endülüs’te gemileri yaktı, bense dünyadaki bütün limanlarımı. Ama ben; Baba Tepesi’nde mantar toplayan, hayalleri olan bir çocuktum bir zaman. Bir yanım Ağaköy, Kayapınar, diğer yanım Göktepe, Geyikkırı ile çevrili sınırsız bir dünyam vardı. Bitmeyen hikayelerim vardı. Gün gelip de cihanın dar geleceğini bilemezdim ki. Hem geceleri çay içmeye Karanfil’in kahveye giderdik. Pekmez Bayırı’na kadar yürüdüğümüz olurdu. Bahar gecelerinde köyümüzün gölünden kurbağa ve çıtır ördeklerinin sesleri yayılırdı. Şimdi büyük şehirler beni başka tanıyor. Bünyamin Bey diye karşılıyorlar herkeslerin geçemediği kapılarda. Bilmiyorlar benim limanları yakan hâlâ o küçük çocuk olduğumu, Tek Meşe’nin altında gizlice gözyaşı döktüğümü.
Kimseler bilmiyor beni, benim bir zaman nasıl sevdiğimi bilmedikleri gibi.
Ve yâr gitti, o aşk bitti.
Kırlangıçlar küskün,
Kırgınlıksa hep bâki…