Sözcükler beynimden bir sel gibi akıyorken ben nasıl karşı koyabilirdim? Varlığımın çığlığında o gün bir masa başına geçip zihnimi kaleme süzüyordum.
Şimdi her an ruhumu yaşıyorken tüm bu masalar, sandalyeler, etrafımı bir cam fanusa çeviren camlar ve gelip geçen tüm insanlar varlığıma şahitken ben de anlara sözlerimi şahit tutuyordum.
Beni bu düşünce yükü altına sokan bir boşluktu. Yokluğun ellerinde gölgelerle savaşıyor ve hayatta debeleniyordum. Varlığımın izini süremeden önce hiçliğin avareliğinde ölüyordum.
Tüm zırhını söküp atan biri zihnin ağırlığını hangi alfabede yitirebilir? Sözlerimi ben öldükten sonra kim hatırlayacak? Oysa sadece yazıyordum. Sessizliğin tezat uçurumlarının oltasında beynimin voltasında kelimeleri de o odaya hapsediyordum.
Beni ele geçiren bu ağırlık ile hangi siyahlığa çekiliyordum? Kelimelerde hızlanıyor satırlarda hafifliyorken artık gözlerim bu karanlığa alışıyordu.
Odadayım silikleşen ufuklara karşı körleşiyorum. Şimdi bilincimde kayboluşum varlığımı da siliyor. Oysa insan ötekiyle mi var olur? Bir masa başında hangi hayat son bulur?
Kapı çaldı. İrkildim. Hangi dünya bu? Ben tanıdık değilim. Yedi kere tam yedi kere tekrarlayan bir sesti bu.
– Tok tok tok tok tok tok tok.
Bu ses beni düşüncemden koparıyor. Anda kal. O cümleyi tamamla.
‘‘Dumanlı karanlık sessizliğinde…….’’ Ah hayır silindi işte.
Bir hışımla kapıyı açmaya doğru yerimden kalktım.
– Kimse yok mu?
Çocuklar!…. Oradalar işte kapıyı çalıp hızlıca kaçtınız demek ki.
Oysa zaman zihnimin hızına yetişmiyor. Her şey oldukça yavaş. Neydi o kelime? Benim değil miydi?
Yok işte elimde avucumda boş bir dürtü var sadece.
Sinirimi susturup odama geçiyor kapıyı kapıyorum. Şimdi bir kayboluş yorgunluğunda nefrete bulanıyorum. O kelime bu duyguya çok benziyor. Durmadan burnumdan soluyorum.
Araftaki halim beni yok ediyor. Hayatın kabulünde kendimi yitiriyorum. Bir kere bu odadan çıkınca bir daha giremiyorum.
Bir unutuluş çığlığının yankısı tüm benliğimi ele geçiriyor. Kağıdı hızlıca buruşturuyorum. Ne de olsa varlığım bir çöp şimdi. Elimdeki cam bardak haksızlığın ayaklanışında kırılıyor. Kanayan avcuma aldırış etmeden üzerine mendili bastırıp yazmaya devam ediyorum.
‘‘Rüzgârlı bir karanlık sessizliğinde yok olan telaşlı hayatın…..’’
– Tok tok tok tok.
Kızgınlığım köpüren volkanlar gibi artıyor.
– Yine ne var?
Karşımda sesimden ürken, kısa boylu yaşamın yorgun yıllarını yüzünde gizleyen, havanın soğukluğunda mendil satan yaşlı kadının halini görünce kızgınlığım yerini utanca bırakıyor. Sabırla teyzeyi dinliyorum.
– Mendil almaz mısın kızım?
– Mendil sizde kalabilir, bunu yardım olarak kabul edin lütfen, diyerek bir miktar para uzatarak kapıyı kapıyorum.
Düşüncem varlığımın anlamına takılıyor. Mânâmızı nerede bulduğumuzu anlamaya çalışıyorum. Benim hayatım nelerden oluşuyor ve eğer bir başkası beni bilmiyorsa yaşamam hangi amaca hizmet ediyor?
Hayatta yansımalar görüntüyü oluşturmaz mı? İnsan olmak ise bir algı gerektirmez mi..? Sadece kâğıtta kalamıyorum. O masada tutunduğum fikirler bir cümlede yitiriliyor. Artık yorgun bir gayretteyim. Kelimeleri bir uçurtma gibi yakalıyorum.
“Rüzgârlı bir karanlık sessizliğinde yok olan sakin bir hayatın peşinde ilerlerken…..’’
Yine yarım kalıyorum. Bu sefer bir melodi zihnimi bölüyor. Uzun zamandır çalmayan telefonum çok uzaklardan bir sesi çağırıyor. :
– Sana bir sürprizimiz var pencereye yaklaşabilir misin?
O da ne? Rengarenk balonlar çevremi sarmış bir mutluluk, sesini, sessizce etrafa dağıtmış. Arkasına gizlenmiş dostlarım şimdi unuttuğum ruhumu yeniden hatırlatıyor. İyi ki varsınız nidaları tüm sokağı inletiyor.
Mekâna hapsolan ruh kuş misali uçuyor. Özgürlüğü içime ilk defa çekiyor,nefesimi hissediyorum.
Sessizlikte ölen kişiliğimin derununa bir ışık tutuyorum. İçim aydınlanıyor. Varlığım bir aynadan hayatı yansıtıyor.
Bilincimde esir olan tüm sözcükler zincirlerini koparıp kağıda bir nefeste akıyor.
Oda ışık seline dönüyor. Pencereleri aralayan rüzgâr bir güzelliği imgeliyor. Ve elimde zamana uğrayarak kendini yenileyen yüce bir anlam kalıyor.
‘‘Rüzgârlı aydınlığın melodisinde var olan, neşeli bir hayatın içinde ilerliyorum.’’
Masamdan kalkıyorum. Yavaştan aydınlanan bir günün içinde yarım cümlelerden, kursakta düğümlenmiş heveslerden uzak mutluluğu görüyorum.
Yazımı noktalarken varlığımdaki kıvama ulaşıyorum. Öfkeden sabra geçerek mutluluğa ulaşan bir mevcudiyet tüm nefeslerim adedince bana bir huzur hediye ediyor.