Yaşamak çok güzel bir şey, yani her şeyin tarifi mümkündür. Leziz bir şeyler yediğimizde damağımızda bıraktığı tadı, bir kıyafet alırız duruşunu pekâlâ anlatabiliriz, yaşadığımız acıyı, kederi ve bizi ne derece üzdüğünü anlatabiliriz, lakin yaşama sevincinin tarifi mümkün değildir.
Yüzümüze dokunan bir yağmurun, sabah uyanabilmenin, güneşe karşı yüzümüzü dönebilmenin ve hala ayaklarımız ile sevdiklerimize gidebilmenin huzurunu bana biri açıklasın.
Dünya sahnesine indik, ama bebek olduk, ama genç ve yaşlı, bizim bilemediğimiz bir ömrümüz var ve bir gün nihayete erecek, buna rağmen insanoğlu bitmek bilmez arzuları ile nasıl hayatını zindan eder, hakikaten zor bir mevzu.
Yaşamın getirdiği güzellikleri, mevsimlerin değişimini, gökyüzünün maviliğini unutur olduk, bir başkasının mutluluğundan keyif alan bir medeniyetten, bir başkasının üzüntüsünden keyif alan birer canavar oluşturduk kendimizden.
İnsanın daha ulvi bir gaye için dünyaya gelmiş olduğunu savunuyorum, yani yemek, içmek, gezmek elbette mühim ama bunların ötesinde ruhumuzu semalara çıkaracak, meleklerin bile kıskandığı bir varlığın unsuru olabilecek donanıma sahip olduğumuzun bilinci ile hareket etmemiz lazım.
Bu dünyadan elimizi eteğimizi çektiğimizde ‘güzel bir insan tanımını’ bırakabilmiş olmamız gerekmektedir. Yaşamın her bir anının kıymetini bilen, yaşaması gerekeni belli zamanlarda yaşamış lakin belli bir olgunluktan sonra da Rabbine itaat eden, onu sevdiğini belli eden, etrafına güzellikler saçan kişilere dönebilmemiz için en azından belli bir çaba harcamamız gerekmez mi?
Dünyayı değiştirebilecek donanıma belki sahip olamayacağız lakin biz kendimizi düzelttiğimizde dünya bir yanlıştan kurtulmuş olacak.
Yazımın başında bahsettiğim üzere yaşamın tarifini yapmak çok zor lakin hangi yaşamın? Başkalarının güzelliği olduğumuz, bir yerlerde güzellikle anıldığımız, yüce bir gayeye hizmet ettiğimiz ve gül olup diken olmadığımız bir yaşam olmalı. Çocuklarımıza güzel örnek olduğumuz, ağaca, kuşa, gökyüzüne aşık olduğumuz bir yaşamın tarifi zordur.
Şiir yazmak, sevmek, sevdiklerimize dokunmak mümkün iken gelin bizler de güzellikler bırakalım ardımızda. Koca Ragıp Paşanın dediği gibi; ‘‘Eğer maksud ederse mısra-i berceste kâfidir, acep hayretteyim ben şeddi İskender hususunda’’ bu dünyada kalıcı iz bırakmak istiyorsak İskender gibi şehirler, kıtalar fethetmemize gerek yok, güzel bir söz söylemek yeterli olacaktır diyerek bizlere muazzam bir öğüt veren Koca Ragıp Paşanın sözleri üzere bir hayat sanırım bu işin sırlarından biri olacaktır.
Yazımı sonlandırırken güzel bir ömrün formülünü de vermiş olalım
“Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.”
(Yunus Emre)