Brezilya 1982, evet şöyle bir denklem yapalım Futbolda Brezilya neyse, Amerika Birleşik Devletleri’nde basketbol da odur. Ülke olarak yazarsam Brezilya 1982 takım kadrosu Amerika’nın 1992 Barcelona olimpiyatlarında ki kadrosudur. Biri şampiyon olamadı diğeri oldu. Aslında şöyle bir husus var; Brezilya bu turnuvadan önce 3 kez dünya şampiyonu olmuştu, hatta 3 şampiyonlukta da Taçsız Kral Pele de vardı. Ama Dünya Kupası’nda ki en sansasyonel kadro şüphesiz bu kadroydu. Bunu da zaten yazımın son sayfasında okuyor olacaksınız. Ben henüz dünyada o yıl yoktum, 6 yıl sonra doğacaktım. Ama futbola olan ilgim o kadar çoktu ki Eder, Falcao, Zico, Socrates, Junior’u tanıyordum. Hemen belirteyim Socrates 2011 yılında 57 yaşındayken kanserden vefat etmişti. Turnuvada oynadıkları maçları çocukken TRT 3 den bir kaç yıl önce de YouTube da izlemiştim. Bu kadroyla nasıl kupa kazanamadıkları yazacağım. Peki neler olmuştu işte her şey yazımda saklı. 42 yıl öncesine gidiyorum.
Yazılı olmayan bir kuraldır, en iyi takım, Dünya Kupası’nı kazanamaz. Brezilya’nın İspanya oynadığı 1982 Dünya Kupası’ndaki başarısızlığı hala bir felaket olarak görülüyor. Rakipleri bile Brezilya’nın elenmesiyle yıkılmışlardı.
Brezilya halkı için tüm büyük felaketler gibi bunun da büyüklüğü tek bir kelimeden oluşuyor: Sarria Faciası. Üzerinden 42 yıl geçmiş olmasına rağmen Brezilyalılar hala bu konuda konuşmak istemiyorlar. Ama siz onlara bu Dünya Kupası’nı sorun, hepsinin ne kadar çok konuştuğunu anlayacaksınız. Medyada bugüne kadar bu konu ile ilgili yeni bir kitabın, televizyon programının, belgeselin, web sayfasının ve makalenin yayınlanmadığı bir sene henüz geçmedi. Sorunlar hep aynıdır ve aynı oranda acımasızdır. Nasıl oldu? Kim suçlu? Nerede yanlış yaptık? Neden? Niçin? Niye? Brezilyalılar bu soruları hep sordular.
Dünya Kupaları tarihindeki en uzun post-modern Barcelona’nın Sarria Stadı (Espanyol takımı geçmiş senelerde bu stadyumda maçlarını oynuyordu) soyunma odalarında, takvimler 5 Temmuz 1982’nin akşam saat 19.00’u biraz geçe başlamıştı. Brezilyalı futbolcuların birçoğu oturdukları yerde yüzlerini buruşturup, dağılmış bir şekilde ağlamaya başladılar diğerleriyse başlarını yukarı kaldırıp tavana bakarak sanki yukarıdakinden bir açıklama bekler gibi duruyorlardı. Brezilya Teknik Direktörü Tele Santana, oyuncularına tek tek yaklaşarak teselli etti ama o bile kendi içinde duyduğu büyük acıyı daha bastıramamıştı. Turnuva da Brezilya Milli Takım Kaptanı olan Socrates de “Yüzündeki ifade hepimizin hissettiği acının bir yansımasıydı demişti.” “Sinirleri alınmış gibiydi. Tüm hayal kırıklığına rağmen sakin görünüyordu. Bence gösterdiğimiz performanstan dolayı rahattı. Fakat bu bile onun acı çekmesini engelleyemedi” diyecekti. Brezilya büyük dramı yaşamaktaydı.
Bir başkasının acısını takdir etmek her zaman kolay değildir ama o gün işte, Brezilya’nın İtalya’ya 3-2 yenildiği maça tanıklık etmiş herkes Santana ve oyuncularının Dünya Kupası’nı kazanacaklarını biliyordu. Biliyorduk çünkü bizde aynı şeyleri hissetmiştik. Brezilya’nın mağlubiyeti uluslararası alanda büyük bir şok etkisi yaptı. Santana’nın takımı oynadıkları futbolla tüm dünyayı fazlasıyla heyecanlandırmıştı. İspanya’yı, el çantalarında altın bir kupayla terk edememeleri inanılmaz ve kabul edilemez bir şeydi. Kazanmak, onların kaderinde olmalıydı, kupa onlara çok yakışacaktı.
Dünya, İtalya’nın zaferini seyrederken, soyunma odasında Brezilya’nın sol beki Junior, takımın 10 numarası Zico’ya döndü ve şöyle dedi: Şu an yatağıma gidip 4 yıl boyunca uyumak ve sadece zamanın bu adaletsizliği geri götürdüğünde uyanmak istiyorum.
Tele Santana’nın rüya takımının yapılanma süreci 2 yıl sürdü. Şubat 1980’de takımın başına geçtiğinde Santana, tüm Brezilyalıların gurur duyacağı, içinde takım ruhu ve azmin olduğu aldatmanın ve sahtekârlığın olmadığı geleneksel Brezilya futbol kültürünü yansıtan bir takım oluşturdu. Dünya Kupası’nda Avrupalılarla mücadele etmek için oyuncularının doğal yeteneklerini kullanmaları gerektiğine inanıyordu… Fakat daha hızlı bir tempo yapmalarını istiyordu. Tele Santana “Modern futbol daha fazla koşmanızı ve hareket etmenizi gerektiriyor; bu nedenle biz de buna adapte olmak zorundayız” demişti.
Santana, oyuncularını yaratıcılık ve spontane hareketler konusunda cesaretlendirmeye kararlı olsa da, futbolcularının formda kalmasının ve disiplinli olmalarının da önemli olduğunu düşünüyordu. Bu özelliklerin yetenek gibi doğuştan gelen özellikler olmadığının da farkındaydı. Bunun üzerine, antrenmanlarda tekrar tekrar yapılacak ve oyuncular tarafından, doğuştan gelen yetenekleri kadar doğallıkla kullanılana dek bıkmadan ve usanmadan yapılmaya devam edilecek ağır bir idman programı hazırlamıştı. Onların futbol becerilerinin ile yaratıcılıklarının hızlı bir tempoda da ortaya çıkabilmesi gerekiyordu ve böylece futbol sanatı (futebol-arte) doğdu. Amaçları turnuva da göze gelen en güzel futbolu oynayıp kupayı kazanmak olarak hedefi belirlediler.
Tele Santana “Her gün idman yapıyoruz. Takımın hız ve ritim kazanması için oyuncularımızın oyunu iyice okumayı öğrenmeleri ve saha içindeki rollerini bilmeleri gerekiyor. Hem hücum yaparken, hem de savunma yaparken bunu maç içerisinde uygulayarak sonuca ulaşacağız” diyecekti.
Felsefesini yerleştiren Santana, daha sonra takımını oluşturmaya başladı. Sakatlıklar ve düzenli olarak forma giyen sağ kanat oyuncusunun yokluğunda, bu tahmin ettiğinden daha uzun sürdü. İlk 10 maçında, ilk 11’i kurmakta oldukça zorlanan Santana, iki maç üst üste aynı 11 ile maça başlayamadı. Dünya Kupası elemeleri başlarken takımı daha oturmuş bir görüntü sergilemeye başladı ve Brezilya, Venezuela ile Bolivya’nın da bulunduğu 3 takımlı grupta, 4 maçını da kazanarak 1982 Dünya Kupası’na gitmeye hak kazandı. Bolivya ve Venezuela grubun fazlalık takımları olmaktan öteye gidemediler.
1980 yılından itibaren Brezilya’nın ilk tam zamanlı teknik direktörü olmayı kabul eden Santana, federasyon patronlarıyla alışılmadık bir anlaşma yaptı. Takımdaki tüm yetkinin kendisine verilmesi karşılığında komik bir ücret almayı kabul etti. Bu, onun son 13 yılda aldığı en düşük ücretti. Fakat aldığı başarılı sonuçların ardından takımını Dünya Kupası’na götürmesi, yetkililerin anlaşmadaki rakamları fazlasıyla değiştirmesini sağladı. Santana’nın yetkisi aynen kaldı ancak aldığı ücret, yüzde %500 oranında arttırıldı.
Dünya Kupası’nın başlamasına 1 yıl kala Brezilya, İngiltere, Batı Almanya ve Fransa ile hazırlık maçları yapmak için Avrupa’ya seyahat etti. 2 hafta süren bu seyahatte 3 maçta 3 galibiyet alıp evine dönen Brezilya; Londra, Paris ve Münih’teki performansıyla sınıfı geçmişti. Fransa’nın 3-1 mağlubiyetinden sonra teknik direktör Michel Hidalgo, “Bize karşı oynadıkları gibi oyun oynarlarsa Brezilya dünya şampiyonu olur” dedi. Münih’teki 2-1’lik mağlubiyetten sonra Bild gazetesi verdiği manşette “Dünya’nın En İyi Onbiri”ne karşı oynadık yazdılar.
Brezilya’nın İspanya’daki turnuvada açılış maçı Sovyetler Birliği’ne karşıydı. Bu maç muhtemelen ilk tur maçları arasında en çok merakla beklenen maçtı. Avrupa, rüya takımın ilk kez izleyeceği için adeta çıldırıyordu ancak Brezilya onlara istedikleri şeyi, yani şovu sunamadı. Sovyetler Birliği, maçın 34.cü dakikasında ilk kez Brezilya milli takımıyla Dünya Kupası’nda yer alan kaleci Waldir Perez’in büyük hatasıyla sürpriz bir şekilde 1-0 öne geçti. Andrey Bal’un zayıf şutunda topu elinden kaçıran Perez, Brezilya’nın Dünya Kupası’na felaket bir biçimde başlamasına sebep olmuştu.
Bu gol, Santana’nın takımını uyandırdı ve maçın 65.ci dakikasında 35 metreden durdurulması imkânsız bir şut çeken Socrates skora dengeyi getirdi. Daha sonra, maçın 89.cu dakikasında, ceza sahası yayında Falcao’ya doğru bir pas geliyordu: Falcao maçtan sonra ki açıklamasında “Topu kontrol etmeye çalıştım ancak arkadan koşarak ceza sahasına giren Eder’in bana bağırdığını duydum. Son anda kayarak pası ona attım oda maçın bitimine bir dakika kala galibiyet golünü attı. 2-1 maçı kazandık” dedi. Oda buna uyarak Eder sol ayağıyla topa vurdu. Zaman azalırken ve tüm dünya gözlerini ona ve takımına çevrilmişken, bunu yapabilmesi, böyle bir risk alması inanılmazdı. Sıradanlığın mükemmelliği bu olmalıydı. İşte bu golle Brezilya geriden gelerek maçı kazanmıştı.
Brezilya’nın sonraki rakibi İskoçya karşısına çıktığında ilk maçta cezalı olan orta saha oyuncusu Toninho Cerezo’nun da takıma katılmasıyla daha da güçlendi. Onun gelişiyle orta sahadaki muhteşem dörtlü böylece bir araya gelmiş oldu; Socrates, Zico, Falcao ve Cerezo. Brezilyalılar bu dörtlüyü “sihirli dörtlü” adını vermişlerdi.
İskoçlar maçın henüz 18.ci dakikasında 1-0 öne geçtiler. Fakat Brezilyalılar tıpkı Sovyetler Birliği maçında olduğu gibi, geriden geldikleri maçı Zico (kalenin üst köşesine tam 90’a giden bir serbest vuruş golü), Oscar, Falcao ve Eder’in attıkları gollerle rahat bir şekilde 4-1 kazanmayı başardılar.
John Wark, o günkü maçta İskoçya’nın orta sahasında oynuyordu. O maçı düşünmek, onu bugün bile nefessiz bırakmaya yetiyor. Wark “Hayatım boyunca hiçbir zaman o maçtaki kadar yorulmadım” demişti. “Onların orta sahaları inanılmazdı. Etrafımızda küçük üçgenler kurup pas yapıyorlardı ve bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Aptal değildik fakat onlara tekme atacak kadar bile yaklaşma fırsatımız olmadı. Yaptığımız, onların gölgelerini kovalamaktı. Maç bittiğinde “tebrik edecek” kadar bile nefesim kalmamıştı diyecekti.
O zamanlar belki bu şekilde düşünmüyordu ama Wark, şimdi 1982 Brezilya’sına karşı oynadığı için kendisini ayrıcalıklı olduğunu düşünüyor. “Sürekli hücum, onlar şimdiye kadar gördüğüm en iyi takımlardı” dedi.
John Wark’ın gördüğü en iyi takımı nasıl durdurabilirsiniz? Bu sorunun yeni muhatabı, ilk kez Dünya Kupası’na katılan Brezilya’nın bir sonraki rakibi Yeni Zelanda teknik direktörü John Adshead idi. “Biz Zico’yu durdurmayı denedik” diyor artık futbolla ilgilenmeyen Adshead. “Fakat kısa bir süre sonra bunun bir işe yaramayacağını anladık. Zico’nun karşısına 2-3 futbolcu koysaydık, Falcao’yu ya da Socrates’i veyahut Eder’i kim tutacaktı. Canımızı yakacak o kadar çok oyuncuları vardı ki sanki bizimle kedi fare oyunu oynuyorlardı.
Adshead bunun yerine, tercihi koşan, savaşan oyunculardan yana kullandı. Planı, Brezilya’yı gafil avlamaktı. Özellikle orta sahada alan daraltıp Brezilya’nın ritmini bozmayı düşündü. İlk yarım saat boyunca planı tuttu ancak 28.ci dakikada Zico’nun attığı gol tüm planlarını bozdu. Adshead yıllar sonra bile Zico’nun volesini ağları nasıl bulduğunu çözememiş. “Bizim sahamızın sağ kanadından gelen bir ortaydı ve Zico kafasıyla topa hafifçe dokununca top biraz arkasına düştü fakat o vücudunu havada çevirip topu filelere göndermeyi başardı. O topa, o güçle nasıl vurdu hiçbir zaman bilemeyeceğim.” 9 sene önce birisi Adshead’a “Dünya Kupasının En Güzel 100 Golü” kaseti hediye etmiş. Zico’nun vole golü 1 numaraydı. (Maradona’nın 1986 Dünya Kupası’nda İngiltere’ye attığı golün sıralamasını bende bu noktada gerçekten merak ettim.)
İlk golden sonra Adshead takımının çözüleceğinden ve maçtan önce birçok kişinin öngördüğü hezimete doğru hızla yuvarlanacağından korkmuş. Fakat takımı maçın büyük bir kısmında oyun yapısını korumayı başarmış. Zico, Serginho ve Falcao’nun attığı gollere rağmen hem de. Maçın skorunda skor 4-0 olmasına rağmen Yeni Zelanda takımı küçük düşmemişlerdi. Adshead’ı o gece en çok etkileyen şey ise Brezilya’nın hücumdaki sonsuz seçenekleri ve oyuncularının pozisyon değiştirirken gösterdiği beceri: “Bir ara, Brezilya hücuma kalkınca, sahaya baktığımı ve kendi kendime “Bu harika” dediğimi hatırlıyorum. “Buzzer Mackay Falcao’yu, Stevie Summer Socrates’i ve Bobby Almond’da Zico’yu markaja almıştı, adam adama oynuyorduk. Muhteşem, herkesi kontrol ediyoruz. “İşte tam o sırada sol kanat oyuncusu Junior sağ kanattan uçarak geldi ve birden her şey alt üst oldu!” Brezilya’nın değişken taktiğine hayranlığını dile getiren sadece Adshead değildi. Yorumcular da çok beğenmişti.
Artık iyiden iyiye favori olan Brezilya, ikinci tur maçları için Santana’nın, Rio de Janeiro’ya çok benzediği için Sevilla’dan Barcelona’ya gitti. Lider olanın yarı finale çıkacağı üçlü gruptaki rakipleri Arjantin ve İtalya’ydı. Arjantin, 1978 Dünya Kupası’nı kazanan takımın adeta gölgesi olmasına rağmen Brezilyalılar kadrosunda 21 yaşındaki Diego Maradona adında genç bir oyuncuyu da bulunduran ezeli rakiplerini küçümsemediler. Santana zor bir maç olacağı görüşündeydi. Arjantin’in savaşmadan teslim olacağını düşünmüyordu. Fakat maç başlayınca yanıldığını anladı. Maradona’nın uzatma dakikalarında kırmızı kartla oyun dışı kaldığı maçta Brezilya Zico, Junior ve Serginho’nun attığı gollerle son Dünya Şampiyonunu 3-1 gibi rahat bir skorla yendi. Grubun diğer maçında İtalya da Arjantin’i 2-1 yendiği için Brezilya’ya son maçta İtalya karşısında alacağı bir beraberlik yetecekti.
İtalya maçı öncesi, Arnaldo Cezar Coelho, yani Brezilya’nın turnuvadaki yegâne hakemi, eşini arayarak elinde final maçına 2 tane bilet bulduğunu ve hemen İspanya’ya gelmesini söyledi. Brezilya’nın şampiyonluğunu eşiyle beraber izlemek istemekteydi. Takımın gösterdiği performanstan oldukça memnun olan Santana ilerisi için takımından umutluydu fakat Coelho’nun ki kadar kesin duygularla değil. Eğer ki Brezilya Dünya Şampiyonu olacaksa bu kader, kısmetle değil, oyuncularının yetenekleriyle, alın terleriyle ve hepsinden önemlisi sıkı çalışma ile olacaktı. İtalya maçına artık alıştıkları rutinde hazırlandılar: çalıştılar, çalıştılar, daha çok çalıştılar. Takımın sağ beki Leandro sürekli orta çalıştı. Zico ayakları ağrıyana kadar serbest vuruş çalıştı. Takımın kaptanı Socrates günde 40 tane sigara içmenin vücuduna verdiği zararı temizlemeye çalıştı.
Santana’nın takımı bundan daha iyi olamazdı fakat maçın daha 5.ci dakikasında geriye düştüler. Maç bağladığı iddiasıyla futboldan 2 yıl men cezası alan Paolo Rossi golün sahibiydi. Bu golden 7 dakika sonra Socrates maçta beraberliği sağladı fakat dakikalar 32.yi gösterirken gelişigüzel yapılan bir ortada Cerezo, Rossi’yi kaçırınca oda durumu 2-1 yaptı. Golden sonra Junior, Cerezo’ya baktığında onu ağlarken yakaladı. Daha sonra basına verdiği bir röportajda: “Yanına gidip ona eğer ağlamayı kesmezsen suratını dağıtırım. Bu bir erkek oyunu Toninho. Eğer korkuyorsan hemen sahayı terk et git” dediğini anlatacaktı.
İkinci yarıda İtalya’nın direncini kırmak için baskı uygulayan Brezilya 68.ci dakikada durumu 2-2 yaptı. Gol, kendisine cennetin anahtarı verilmiş gibi sevinen Falcao’dan gelmişti. 2006 yılında Falcao Dünya Kupası için hazırlanan bir belgeselde “O gol, benim kafamda yarı final demekti. O yüzden gol sevincinde kendimi o kadar kaptırdığı söylemişti.” Maalesef Falcao’nun golü maçın skorunu belirleyen gol olmayacaktı. Maçın 75.ci dakikasında İtalya bir köşe vuruşu kazandı. Topun sekerek yine Rossi’nin önüne düşmesiyle maçın son golü gelmiş oldu. İtalya:3 Brezilya:2 Hasta la Vista Brezilya (Güle Güle Brezilya).
Bu sonuç, Rio de Janeiro ve Sao Paulo sokaklarını sessizliğe bürümüştü. İntihar edenler bile oldu. Şoktan ve gözyaşlarından sonra birçok Brezilyalının yaptığı neyin yanlış yaptığını bulmaktı. Koltuk başında yapılan komplo teorilerinin sonu gelmiyordu: Brezilya maçı kaybetti çünkü 3. Golü bulmak için çok adamı hücuma yollayıp savunmayı unuttular. Brezilya kaybetti çünkü güçlü ve kuvvetli oyuncusu Serginho beceriksizdi. Brezilya kaybetti çünkü Santana alıştığımız türde bir sağ kanat almayı reddetmişti. Brezilya kaybetti çünkü Cerezo inanılmaz bir hata yapmıştı ve devre arasında oyundan alınmalıydı. Brezilya kaybetti çünkü takım otobüsü maça giderken, idmanlardan ve Arjantin maçından sonra kullandıkları “uğurlu” yolu kullanmadı… Santana bu histeriden pek etkilenmemişe benziyordu. Maçtan birkaç gün sonra yaptığı basın toplantısında “Eğer her şeyi tekrar yaşamak zorunda olsaydım yine aynı taktiği uygulardım” diye konuştu. “Taktiğime ve prensiplerime hala inanıyorum. Ben hala “futebol-arte’yi” savunuyorum diyecekti.
Brezilya’nın elenmesi, Avrupa’da eşi benzeri görülmemiş derin bir üzüntüye sebep oldu. Futbolseverlerin Santana’nın takımıyla sersemlemesi için sadece 3 hafta ve 5 maç yeterli olmuştu. Zico, Socrates ve Falcao nereye gitseler insanlar başlarına üşüşüyordu. Brezilya’nın yakışıklısı Eder turnuva boyunca 1.600 mektup aldı. İtalya mağlubiyetinden sonra bile taraftarlar onları caddelerde “Şampiyon” sesleriyle destekledi. Brezilya’nın trajik bir biçimde elenmesi Avrupa basınında birinci manşetten sıraya çıktı. Batı basını Santana’nın takımına duydukları aşkı yazılarında dile getirdiler. İtalya’nın La Stampa gazetesinin başlığı “Brezilyalı Tanrıların Düşüşü” şeklindeydi. İspanya’nın El Correo de Andalucia gazetesi “Lütfen kısa zamanda geri dönün; başka tarz bir futbolu kabul etmek bizim için çok zor olacak” diyordu. Fransız Le Quotidien’in olaya bakışı daha duygusaldı: “Ağla sevgili Brezilya. Tüm dünyadaki futbolseverler seninle ağlıyor ve acınızı paylaşıyor – öksüz kaldık.”
Bu zamanda, uluslararası basının bir takım hakkında bir ağızdan bu tarz yazmasını hayal etmek bile çok zordur. Tıpkı başka bir takımın 1982’de Brezilya’nın oynadığı gibi. Estadio Sarria Stadyumu’nda, Rossi 3 gol birden atması sonucunda dünyanın futbola bakış açısı kesinlikle değişmişti. İtalya’nın galibiyeti ve ardından finalde gelen kupa (ki tesadüf bu ya Arnaldo Coelho adında Brezilyalı bir hakem tarafından yönetildi) sadece pragmatistler ve modernlik savunucuları tarafından kabul gördü. Sonuç olarak, bilim sanatı yenmişti, sistemler spontane hareketlerin önüne geçti ve istemeden bir bar kavgasına karışan biri gibi, güzel oyun bu turnuvadan mor bir göz ve kırık bir burunla çıktı. Taraftarlar, Brezilyalılar dahil, bir daha bu kadar hücum düşünen, eğlenceli, korkusuzca risk alan bir takıma daha şahit olamadılar.
Santana Nisan 2006 senesinde 79 yaşında vefat ederken ölümünden sonra arkasından laf eden herkes bu duygularını çeşitli şekillerde dile getirdi. O Globo yazarı Fernando Calazans şöyle demişti: Brezilya’nın 1982 deki mağlubiyeti, Tele Santana için bir mağlubiyetten çok daha fazlasıydı. Bu futbolun yenilgisiydi.” 1982’deki takımın açık ara en başarılı oyuncusu olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğu Zico da aynı görüşteydi: “O dünya kupasından çıkan sonuç şu oldu; sadece netice almak için oynayın, kazanmaktan, her ne pahasına olursa olsun kazanmaktan başka bir şeyi önemsemeyin ve performansınız iyiymiş kötüymüş, umursamayın bile.” Brezilya’da bu felsefeye “futebol de resultado” denir, netice futbolu, futebol-arte’nin ezeli düşmanı oldu.
Brezilya’nın İspanya’daki başarısızlığının farklı nedenleri tartışılmaya devam ediledursun, herkesin hemfikir olduğu bir detay vardı: Santana’nın takımı çok güzeldi. İşte bu yüzden yaşanan tüm hayal kırıklığına rağmen takım Brezilya’ya döndüğünde kahraman gibi karşılandı. Sol bek Junior, o günleri şu şekilde açıklıyordu. “Tanrıya şükrediyorum ki dünya kupasını kazanamamış bile olsak, insanların unutamadığı o takımın bir parçasıydım.” Brezilya 1982 takımı gelmiş geçmiş tüm dünya kupalarının en güzel kadrosuydu.