Depremlerde çok sayıda insanın hayatını kaybetmesi kader değildir. Hangi ülkede oluyorsa o ülke yöneticilerinin insan hayatına ne kadar önem vermesiyle ilgili bir durumdur. Alman İnşaat mühendisi Norbert Gebbeken; ‘‘Depremler engellenemez, ancak verdiği zararlar azaltılabilir. Burada asıl belirleyici olan yapılardır. Yıkılan yapılardır. Bu nedenle mimarlık bir ölüm kalım meselesidir.’’ diyor.
Dünyada depremlerden çok etkilenen Japonya sorunu sağlam ve depreme dayalı binaların yapılmasıyla çözüyor. En çok zarar gören Güney Amerika ülkesi Şili’de aynı yoldan giderek sorunu çözüyor. En son 137000 nüfuslu bir şehirde şiddetli deprem sonucu yıkılan çok az bina oluyor. Altı insan ölüyor, onların da ikisi deprem heyecanıyla kalp krizi geçirmişler.
Depremler olup bittikten sonra toplum tam bir enkaz alanına dönüşüyor. Kaybedilen insanlar artık ülkesine her bakımdan katkıda bulunamıyor. Ayakta kalanlar derin bir psikolojik yara alıyorlar. En çokta çocuklar etkileniyorlar. Ne kadar zaman yaşasalar da artçı duyguları peşlerini bırakmıyor. Anne ve babalarını, kardeşlerini, arkadaşlarını, akrabalarını kaybedenler acılarıyla beraber yaşayıp gidiyorlar.
Gazetelerde bir fotoğraf, enkaz üstünde oturan baba ,enkaz altındaki kızının elini tutuyor, bırakmıyor, sesleniyor fotoğrafı çekene; ‘‘Çek, çek çocuğumun resmini de çek.’’ Sonra elini çekiyor, ayağa kalkıyor; ‘‘Kızım burada, benim prensesim çıplak ellerimle kurtarmaya geldim. Ama en sonunda onu enkaza bırakmak zorunda kaldım. O burada.’’ Sonra tekrar elini tutuyor, bırakmıyor. Kızının ismi Irmak’tı, oradan ayrılamıyor, artık kızıyla konuşamıyordu. Kızı Irmak; ‘‘Bana bir masal anlat baba, anlatırken tut elimi, uykuya dalıp gitsem bile, bırakıp gitme sakın beni.’’ Bu acılara nasıl dayanılır?
Hayatlarını kaybedip giden çocuklarımızın acılarını geride kalanlar, enkaz altından çıkarılanlar bizleri umutlandırıyor. 55 saat avucunu sıkmadan, uyumadan muhabbet kuşunu tutan, yaşatan çocuktan güvenmeyi öğrendik. 88 saat sonra kurtarılan çocuğumuzdan; ‘‘Önce kedimi kurtarın’’ diyerek adalet duygusunu öğrendik. 90 saat sonra çıkarılan beş yaşındaki çocuğa uzatılan suyu; ‘‘Henüz muayene olmadım’’ diyerek içmeyen çocuğumuzdan bilimin değerini, önemini öğrendik. 78 saat sonra ulaşılan çocuğumuz; ‘‘Çıkamam, çıkarsam babam sıkışır’’ diyerek, ağlayan çocuğumuzdan merhamet duygusunun anlamını öğrendik. 61 saat sonra çıkarılan çocuğumuzun ağlayarak ‘‘Annemin sesi kısıldı, önce ona bakın’’ demesinden vicdanlı insan olmanın kıymetini öğrendik.
Yıkılan şehirlerimiz hepsi birbirinden kıymetli, antik çağlardan günümüze kadar ulaşanlar, bütün dönemlerin medeniyetlerini yansıtanlar, kültür ve farklılıklar merkezleri. Hititlerden, Asurlulardan, Makedonlardan, Perslerden, Romalılardan, Selçuklulardan, Osmanlılardan günümüze kadar uzanan tam bir kültür, medeniyet harmanı, dünyada ilk sokak aydınlanması , ilk olimpiyatların yapıldığı şehir Antakya, O eski dünyanın üç büyük şehrinden biriydi, dünyanın en uzun surları bu şehrin kalesindekilerdir. Mozaik müzesi dünyada ikincidir. Unesco tarafından seçilen Gastronomi şehridir. İnançlar merkezidir. Müslümanlar, Hristiyanlar, Museviler, Süryaniler, Katolikler, protestanlar, binlerce yıldır birlikte yaşayıp gelmişlerdir. Diğer şehirlerimizin de farklı özelliklerinin de olduğunu biliyoruz. Bu şehirlerimizi de eski hayatlarına kavuşturmalıyız.
Güzel günlerin geleceği umudumuzu koruyalım.