Evet çağımızın hastalığı dedim, çünkü grip gibi her yere yayılmış durumda ‘Obezite’. Bebekler ne kadar masum değil mi? Annelerimiz ‘ben çocuğumu en iyi şekilde yetiştirdim, yetiştiriyorum’ derken sizce ne kadar doğru söylüyor? Dünyaya gözlerimizi açtığımızda tüketebildiğimiz tek besin olan anne sütüydü hatta bebeklik ve sonrasındaki belirli dönemde de bu durum değişmiyor. Artık damak tadı ve gelişim evresi ilerleyen bebekler anne sütü yanında farklı besinler de ister hale geliyor. Anneler de ilk çare olarak çocuklarına en masum olan anne sütünü şeker ilavesi yaparak onlara yedirmekte buluyor. Elbette bunu pek çok anne yapmıyor hatta bilmiyorlar bile. Onun yerine peynir, yoğurt gibi süt ürünleri bebeklerin beslenme listesine ekleniyor. Peki ya bu saydığım sağlıklı besinler bebeklik çağda veriliyor diye neden sağlıksız konumda yer alıyor?
Bebeklerin tat reseptörleri anne sütü gibi düşük şeker oranına sahip olan bu besine hemen ardından ona halk arasında sofra şekeri ‘sakkaroz’ denilen bu madde eklenince değişiyor ve işler burada bozuluyor. Bozuluyor dedik çünkü bebeklerin tat reseptörleri henüz taze ve yeni. Ve doğal olarak ona en saf şekilde devam edilmesi ona en iyi gelecek olan şeydir. Biz hem o doysun hem de tadını beğensin, daha çok yesin, içsin diye eklediğimiz bu şeker nedeniyle onu resmen bağımlı hale getirdik. Evet maalesef ‘bağımlı’ kelimesini kullandık çünkü bebekler bunu bir kez tattığında artık sürekli onu aramaya ve hatta daha şekerli şeylere yönelir hale geliyor. Her geçen gün bebekler büyümeye devam ediyor. Artık beden ve zihin gelişimi için bir sonraki evre olan hazır mama kullanımına geçilmesi gerekiyor. Annelerin bunları tercih etmesindeki en önemli neden hiç kuşkusuz ‘pratik ve hazır olması.’ Anne sütüne alışan bebekler içerisine şeker ilave edilen sütü kana kana içti artık hazır mamalara da alışıyor. İçerisinde envaiçeşit besin var bir o kadar da şeker. Tabi ki gözle görülür şekilde beden gelişimi artıyor. Kollar, bacaklar yağlanmaya başlıyor. Anneler mama yiyen çocukların artık sebze püresine de başlamasını gerek görüyor ve deniyorlar ama sonuç yine aynı bebekler daha da yapay şeker içeren ürüne yöneliyor. Bu sefer de çocuklar suçlanıyor. Oysa ki baştan beri suçlu olan kendileri. İlerleyen süreçte maalesef ki yine böyle sürüp gitmeye devam edecek çünkü onları bağımlı hale getiren yine ebeveynler.
Okul çağına gelen çocuklar artık daha da risk altındalar. Evden çıktıkları gibi her köşe başında olan bakkallar, marketler, okul kantinleri, öğle beslenmesine konulan içeriğinde meyve şekeri olduğu iddia edilen ama yalnızca tozunu koyarak yetindirilen meyve suları, şeker bombası reçeller, arkadaş ortamında gördükleri ilgi çekici ambalajlarla dolu atıştırmalıklar… Çocuklar neden bir yaştan sonra artık yoğurt yemiyor, süt içmiyor şimdi anladınız mı? Başta ebeveynler olmak üzere çocukların etrafı bu ürünler ile sarılmış durumda. Onları bu tip ürünlerden uzak tutmak maalesef ki mümkün değil gibi görünüyor. Çünkü az önce de belirttiğimiz gibi ebeveynler kendi elleriyle onlara bu tip ürünleri alıştırmış durumda. Ne acı ki bebeklik çağdan…
Peki ya bu ürünleri üreten üretici firmaların durumları nedir? Onlar tam aksine her geçen gün daha da ilgi çekici ambalajlı ürünler tasarlayıp üreterek toplumu zehirleme peşindeler. İşte bu yüzden ‘aman yesin’ diyerek günü kurtarırken çocukların geleceğini karartıyoruz. Üretici firmaların pazarlama stratejisi olarak yaptıkları reklam sloganlarına hepimiz şahit olmuşuzdur. Popüler ürün markası olan Coca-Cola’nın ilk kez 5 Haziran 1965’de resmi açılışta verdikleri ilk reklam ‘Artık evinizde, eğlencenizde, sporda zevkle içebilirsiniz… Zindeleşmek, hararetinizi söndürmek için soğuk Coca-Cola’dan daha iyisini bulamazsınız. Sık sık, kana kana içiniz’ ifadelerine yer vermişler.
Bu marka piyasaya çıkmasından günler sonra en etkili reklam politikasını sergilemeye başladı. Kapaklarında buzdolabı, radyo, orijinal plak ve ücretsiz hediyelerini eklemeye başladı. Görebiliyor musunuz en başta insan yaşamının her alanında, her anını kapsayan bir başlık ile başlayıp daha sonra yine insanları kandırmaya devam ediyor.
Bu markalardan şikâyetçi olan bir ülke davası sonucu bu ürünlerden birisini kısa süre de olsa etkileyici, renkli, ürün karakterlerini kaldırıp onun yerine sade renkte ürün ambalajı üreterek yeni bir değişikliğe gitti. Bu ülkedeki ürünlerin yaklaşık %20’sinin yasa kapsamında üretilmesinin ardından üniversite rektörü ‘Başlangıçta kaldırılan çizgi film karakterlerinin tüketim alışkanlıklarında çok fark yaratacağını düşünmemiştik. Fakat uygulama sonrasında çocukların gerçekten onlara baktıklarını fark ettik’ ifadelerini kullanmış. Demek ki artık bir kısım topluluk bu durumu anlamış gibi görünüyor. Fakat ‘günü kurtarmak’ gibi durumlar her zaman söz konusu oldu. Ve olmaya da devam ediyor. Şehirlerin hızlı yaşamı ve buna ayak uydurmaya çalışan topluluklar bebeklikten başlayıp gittikçe şehirleşme döngüsü içine girdikçe ve üreticilerin her geçen gün stratejilerini geliştirmeleri ile bu durum içinden çıkılacak gibi durmuyor. Elbette bunu uygulamaya çalışanlar da var? Ama ne kadar sürekli? Bu biraz havada kalıyor gibi. Bu ürünler artık her yerde, sadece market raflarında kalan ürünler daha da zehir satmak için çocukların ulaşacağı her yerde. Kitabevlerinde, market kasa önlerinde, oyuncakçılarda, teknoloji marketlerinde. Yine dediğimiz gibi etrafımız sarılmış durumda. Doğal sebze- meyve tadı alamayan çocukların ve yetişkinlerin dün yediği besinin artık ona tatsız geldiğini, önceki gün yediği besinin ise daha şekerli olduğu için ona lezzetli geldiği, sonra ki gün yediği besinin ise daha şekerli olduğu için olana lezzetli geldiğini, gittikçe şeker oranı yüksek gıdalara yönelen çocukların uzun dönemde obezite, diyabet bunun yanında vitamin- mineral eksikliği, odak problemi, hiperatiflik gibi sağlık problemleri ile karşı karşıya kalındığı artık herkesi tehdit eder durumda. Bu sürecin ilerleyen zamanlarında uygulanmaya başlanan diyet programlarında bu ürünlerden tamamen uzak durmaları tabi ki imkansız. Reklamlar ve marketlerin yanında alışmış olan damak tatları onları yine en tatlı olana götürmekte. Alınan diyet listelerinde ‘sağlıklı olduğu’ iddia edilen gıdaların da bu bahsettiğimiz ürünlerden aşağı kalır durumları da yok. Yıllardır gösterilen ve anlatılan bilgilerin aksine tam yağlı veya yarım yağlı yoğurtların sağlıksız gösterilip light yoğurdun en sağlıklı yoğurt olduğunu söyleyen diyetisyenler de bu çocukları hatta ebeveynleri büyüten ebeveynler kadar suçlular. Çünkü bu insanlar ‘çöp gıda’ da diyebileceğimiz gıdalardan uzaklaşmak için yardım isterken yine onların ellerine teslim etmekteler.
Light yoğurt, içeriğinde yağ bırakmamak adına bu tat dengesini sağlamak için şekeri yağlı yoğurtlar da ki oranın iki katına çıkararak dengeleme peşindeler. Bu nedenle light yoğurtlar, normal yoğurtlara göre daha tatlı gelmekte. Peki bunların farkında dahi olmayan diyetisyen doktorlarımıza bile sahipsek bize kim yol gösterecek? Elbette kendimiz. Etiket okuma bilinci, yemekleri mümkün olduğunca evde hazırlamak ve evde yemek, tercihlerimizi markalara veya ürünlere göre değil; bunlardan tamamen bağımsız olmak üzere içerik ve besin değerleri tablosuna göre yapmak, çocukların ilk başta ana besini olan anne sütünü tamamen saf halde vermek, en iyi ek gıda diye satılan fakat bebekleri şekere bağımlı hale getiren hazır mamalar yerine evde hazırlanılan sebzeli- tahıllı püreler yaparak onlara bunu alıştırmaktan geçiyor. İşte o zaman ne yediğimizi ve ne içtiğimizi bilir ve çocuklarımız iyi yetiştirdiğimizden söz edebilir ve tabi ki geleceğimizin sağlıklı olduğundan bahsede biliriz.