“Çanakkale köpürür düşmana geçit vermez,
Bu toprağın üstüne başka bayrak dikilmez,
Öyle bir zafer ki bu asırlarca silinmez,
Haykırır tüm ulusum, ÇANAKKALE GEÇİLMEZ.”
Sıcak bir temmuz sabahı İstanbul’dan Çanakkale’ye doğru yola çıkmıştım. Araba Tekirdağ’dan geçerken yol boyu uzanan ayçiçek tarlaları görsel bir şölen sunuyordu. Şarköy’ü ve Bolayır’ı da geçince Gelibolu’ya varmıştım. Çanakkale de verilen destansı mücadele, eğitim hayatım boyunca gerek öğretmenlerim tarafından, gerekse okuduğum kitaplar, izlediğim filmler ve belgesellerle bana hissettirilmişti. Fakat Çanakkale’de olmak, atalarımın kanıyla sulanan toprakları yerinde görmek bana tarifi imkansız duygular hissettirmişti. Gelibolu, Conk Bayırı, Arıburnu, 57. Alay Şehitliği, Tabyalar, Alçıtepe, Seddülbahir ve boğaza hakim konumuyla Hisarlık Tepesi’nin Şehitler Abidesi ve niceleri…
Eceabat’tan Kilitbahir’e doğru yol alırken Namazgah ve Hamidiye Tabyalarını geçince Seyit Onbaşı heykeli ile karşılaştım. Çanakkale denilince akla ilk gelen isimlerden, Seyit Onbaşı’nın yaklaşık iki yüz yetmiş kilo ağırlığındaki üç koca mermiyi topun ucuna sürüp de Ocean zırhlısını sulara gömdüğü o an hayalimde can buldu. Düşman mekanik açıdan belki çok çok üstündü, sayıları ise oldukça fazlaydı ama bir Seyit Onbaşı’mız bin düşman askerine bedeldi. İlk geldiklerinde bunu anlayamayan emperyalist güçler, arkalarına bile bakmadan kaçarken Türk’ün yenilmez gücünü, atalarından aldığı mücadele azmini, mermilerin öldüremeyeceği yüce ruhu görmüş oldu.
Ölümün son olmadığını aksine vatan için can verip de en üst mertebeye ulaşacağını düşünen Mehmetçik için ölmek büyük bir onurdu. Çanakkale’yi geçilmez yapan işte bu ruhtu.
Arıburnu mevkiinden Conkbayırı’na geçerken zirve noktaya ulaştığımda Mustafa Kemal’in devasa boyutlardaki heykelini gördüm. Tarihimizin dönüm noktalarından biri olan Çanakkale cephesinin kaderini değiştiren eşsiz komutan Yarbay Mustafa Kemal… Siperlere doğru ilerlerken belirli bir alanda toplanmış insanlar dikkatimi çekmişti. Bu tarihi nokta Anafartalar grup komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in şarapnel parçasının göğsüne isabet edip de saatini parçaladığı yerdi.
Mustafa Kemal’in Anafartalar’da savaşın seyrini değiştirecek tarihe geçen sözünü, saatinin parçalandığı bu noktada yeniden hatırladım. “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve komutanlar alabilir.”
Conkbayırı’ndan Anzak koyuna geçerken Yeni Zelanda askerlerinin anısı için yapılan mezarlıkları görmek ne kadar üstün vasıflara sahip bir millet olduğumuzu bana yeniden hatırlatmıştı. Çanakkale; Mustafa Kemal’in yalnız savaşla değil, barışla da özdeşleştiği ve “Yurtta barış dünyada barış” ilkesini gözettiği bir yerdi. Nahif ruhunu ve gönül zenginliğini şu sözlerle ifade etmişti:
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken askerler: Burada bir dost vatanı toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçik’le yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan çocuklarını savaşa gönderen analar. Göz yaşlarınızı dindiriniz. Çocuklarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim misafirimiz olmuşlardır.”
Anzak Koyundan Hisarlık Tepesi’ndeki Şehitler Abidesi’ne vardığımda bu yapı karşısındaki hayranlığımı gizleyemedim. Boğaza nazır konumuyla yükselen koca anıt muhteşemdi. Anıtın yakınında bulunan Savaş Eserleri Müzesini de ziyaret etme fırsatı bulmuştum. Savaşın izlerini sürdüğüm müze, beni en çok etkileyen yerler arasındaydı. Müzede ağır kayıplar verdiğimiz 27. ve 57. Alay birliklerindeki askerlere ait özel eşyalar sergileniyordu. 57. Alay dünyada eşi benzeri görülmemiş destansı bir birliktir. Bu birliğin anısına o tarihten itibaren Türk ordusunda 57. Alay kurulmamıştır. Metrekareye düşen altı bin mermi, kurşunların yağmur gibi aktığı kanlı bir savaş meydanı. Havada çarpışan birbirine kenetlenen mermiler… Müzede bu mermileri görmek o vahşeti anlamama ve tüylerimin ürpermesine yetmişti.
Savaş Eserleri Müzesi’nden 57.Alay şehitliğine doğru yola çıktım. Şehitliğe vardığımda gün akşama dönüyordu. Şehitliği gezerken içlerinden birinin yanıbaşına oturdum. Düşündüm; kimdi, kaç yaşındaydı, Anadolu’nun hangi köşesinden gelmişti, hangi gözü yaşlı anayı ardında bırakmıştı? Savaşta öğrencileri şehit düştüğü için mezun veremeyen liseler geldi aklıma. Galatasaray Lisesi, Balıkesir Lisesi, Edirne Lisesi, Vefa Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi ve daha niceleri… Önümde yatan şehide ve yüzlercesine baktım. Hayatının baharında olan, gelecek hayalleri kuran, çocukluktan gençliğe ilk adımlarını atan o gençlerden biri burada olabilir miydi?
Güneşli hava akşama doğru yerini yağmur yüklü bulutlara bırakmıştı. Hava, bulutların etkisiyle oldukça kararmıştı. Şehidin başında otururken zaman nasıl geçti anlamamıştım. Yağmur ufak ufak yağarken başımı göğe kaldırıp Çanakkale destanıyla özdeşleşen o güzel türküyü hatırladım. “Çanakkale içinde vurdular beni….” İkinci mısra boğazımda düğüm düğüm oldu. Sesim titredi, dökülemedi dilimden. Hızlanan yağmurla boşalan gözyaşlarım, şehidimin toprağıyla buluştu. Çanakkale’nin hiç sönmeyecek ruhunu kalbimin en derinlerinde hissettim. Oradan ayrılmak çok zor gelmişti. Yağmur şiddetini artırınca oturduğum yerden kalktım. Türk’ün zaferini ve arkasındaki ruhu hep canlı tutacağıma, bu ruhu gelecek nesillere aktaracağıma söz vererek Çanakkale’ye ve 57. Alay’ın şanlı askerlerine veda ettim.
Her şeyin bir bedeli var derler. Sanırım bedeli en ağır olan şey özgürce bir vatan toprağında yaşayabilmektir. Çanakkale, bu bedelin en ağır ödendiği yerdir. Bizim için bu bedeli ödeyen aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum.