Cenk Komiserin Dolunayla İmtihanı

Konuk Yazar 413 Görüntüleme 2 Yorum
13 Dak. Okuma

Emniyetten çıkıp arabama bindim ve çalıştırdım. Bugün çok yoruldum, oldukça yoğun bir gündü. Bu arada ben Cenk Taş, 32 yaşındayım, Kaçakçılık Şube’de çalışıyorum. Araçla yola devam ederken, her zaman yemek yediğim sahildeki ekmek arası köfte yapan Hasan Usta’ya gitmeye karar verdim. Sola dönüp diğer tarafa sürdüm. O anda karşıdan karşıya koşan kadına çarpmamak adına fren yaptım, ama çarpmamı engelleyemedim. Arabadan çıkıp kadının yanına diz çöktüm. Kadın başından yaralı ve bayılmıştı. Arabaya yavaşça yatırdıktan sonra ben de hızlıca arabaya binip kadını hastaneye götürdüm. Acilin önünde acı bir fren yaparak durdum, kadını kucaklayıp hastaneye girdim.

– Yaralı var, lütfen sedye getirin, diye bağırdım.

Hemşire ve hasta bakıcı sedye ile yanıma geldiler, dikkatlice kadını sedyeye yatırdım. Hemşire ve hasta bakıcı kadını sedyede acile götürürken bir yandan ben açıklama yapıyordum.

– Araba sürerken önüme atladı, başından yaralı ben polisim.

– Tamam, biz ilgileneceğiz merak etmeyin, dedi hemşire ve beni odadan çıkardılar.

Kadına müdahale ederlerken hastane polisi yanıma gelerek ifademi aldılar. İfademi verdikten sonra ben de ekibimden Anıl’ı aradım. Sağ olsun hemen geldi, durumu anlattım, birlikte beklemeye başladık. Beklerken bir kadın doktor odadan çıktı.

– Doktor hanım, yaralı kadın nasıl?

– Kadının nesi oluyorsunuz?

– Ben Cenk, komiserim. Araba sürerken önüme atladı, fren yaptım ama yine de vurmaktan kurtulamadım.

– Anladım! Korkmayın, ağır bir durumu yok, başını çarpmış sadece, röntgen çektirdik. İç kanama yok, birazdan kendine gelir geçmiş olsun.

– Sağ olun doktor hanım.

– Komiserim, çantası var mıydı? Çantasına bakıp bir akrabasını çağıralım, dedi Anıl.

– Yok, kendine gelsin, kim olduğunu öğrenir çağırırız yakınlarını.

Yarım saat bekledik, hemşire çıktı, hastanın uyandığını söyledi. İlk hastane polisi girdi içeri onlar çıktıklarında.

– Kadınla konuştuk, sizden şikâyetçi değil dediler.

Ben başımı ‘tamam’ anlamında salladım, odaya girdim, bana baktı kadın. Ona gülümsedim, kadın çok güzeldi. Siyah saçları, mavi gözleriyle hoş bir kadındı.

– Geçmiş olsun, ben Cenk. Üzgünüm ama size arabayla çarpan bendim, gerçi önüme siz atladınız… Hemen hastaneye getirdim. Bu arada ben komiserim. Adınızı, soyadınızı söylerseniz ailenize haber verelim.

Kadının gözlerinde cümlemle bir korku belirdi, dudağı titredi, anlaşılan korktuğu bir durum vardı. Yanına oturup elini tuttum.

– Lütfen korkmayın! Amacım sizi korkutmak değil, yardımcı olabilirim. İlk başta isminizi söyleyerek başlayın ne dersiniz?

– Ben Dolunay Akay. Beni öldürmek istiyorlar. Ne olur beni koruyun.

Ben Anıl’a baktım, Anıl hemen anlayıp defterini çıkardı, odada bir köşeye oturdu.

– Dolunay hanım, sakin bir şekilde anlatın. Kim sizi öldürmek istiyor ve neden?

– Benim babamın ismi Dilaver Akay. Kendisi iş insanı idi. Ah babacığım, onu öldürdüler.

Dolunay ağlamaya başladı, ben yanına oturdum. Bir abi şefkatiyle acı çeken kadına sarıldım, saçını okşadım.

– İstediğin kadar ağla, rahatla. Sonra konuşalım olur mu?

– Hayır! Şimdi konuşalım. Biraz sakinleşince anlatayım, babamı öldürenleri tutuklayın beni de öldürecekler.

Dolunaya bir bardak su verdim. Biraz bekledim, tekrar konuşmaya başladı.

– Annem ben dokuz yaşında iken vefat etti. Benim için çok zor oldu annemi kaybetmek. İki-üç yıl geçmişti, 12 yaşında iken babam bir kadın ve yanında bir erkek çocukla geldi.

– Dolunay, seni Hazal ile tanıştırayım. Biz Hazal ile evlendik, bu da oğlu Ayvaz.

– Merhaba Dolunay, baban senden çok bahsetti, çok tatlısın, artık bir aileyiz. Ayvaz senin abin olacak, seni koruyacak. Kadın saçımı sevdi, onu ittim, babama öfke ile baktım.

– Bir daha saçıma dokunma, ancak annem onları sever, benden uzak dur!

Ben bu lafları söyleyip odama gittim, babam yarım saat sonra odama geldi.

– Dolunay kızım, sana tek başına ben bakamam. Bu yüzden Hazal ablan ile evlendim. O sana iyi bakacak, ona karşı saygılı ol. Lütfen!

– Ben o kadını istemiyorum, annemi istiyorum, neden geri gelmiyor?

– Hayatım, annen vefat etti, gelemez. Anla ne olur…

Ben annemi hep bekledim bir gün gelir diye, ama gelmedi. Hazal’ı ve oğlunu hiç sevmedim. Ayvaz babamla iyi anlaşıyordu. Babam artık bana daha az ilgi gösteriyordu, zaman ilerledikçe Ayvaz ve Hazal’a sinir oluyordum. Her şeyin sorumlusu beni görüyorlardı. Babam beni lise için yurda gönderdi, sadece hafta sonları eve geliyordum.

– Dolunay hanım babanız o insanlar yüzünden size soğuk davrandı.

– Evet, onları çok seviyor, ben yokmuşum gibi davranıyordu, çok üzülüyordum ama elimden bir şey de gelmiyordu. Zaman hızla akıp gidiyordu. Ben liseyi bitirince okul hayatım da bitti. Eve döndüm, üniversite okumak istemedim, aynı evde yaşamaya devam ettim. Hazal, babam evde iken bana karşı çok iyiydi ama o olmayınca çok cadı biri oluyordu. Ayvaz üniversite okumuş holdingde ise başlamıştı. Ben bir süre arkadaşımla tatile gittim. Tatil dönüşü başıma kötü olaylar geleceğini bilmiyordum tabii.

– Lütfen dinlenin açsanız bir şeyler getireyim, dedim.

– Tamam yerim.

Ben Anıl’a bakınca hemen anlayıp kafeteryadan bir şeyler almaya gitti. Dolunay’ın yemeğin gelmesini beklerken gözleri kapanmıştı. Şuan uyumaması lazımdı, hemen ismini seslendim, gözlerini açtı. Anıl sandviç ve meyve suyu almıştı. Dolunay’a sandviç ve meyve suyunu verdim. Onun adına üzülmüştüm, gencecik bir kız annesiz kalmış ve babası ikinci eşiyle evlenince kızı olduğunu unutmuş, yüzüne bile bakmamıştı. Bir erkek olarak çok üzüldüm. Dolunay yemeğini yedi, teşekkür etti, sonra kaldığı yerden anlatmaya devam etti.

Ben tatilde iken avukat telefon etti, babamın kalp krizi geçirdiğini, acilen gelmemi istedi. Ben de ilk uçakla İstanbul’a döndüm, ama yetişemedim. Babam vefat etmişti, artık kimsem yoktu. Babam o insanlar yüzünden benden uzaklaşmıştı, yine de onu her zaman sevdim. Ne olursa olsun acısı büyüktü benim için. Babamın ölümünün üstünden iki hafta geçti, babamın mirası açıklanacaktı. Bana kalan ne varsa alıp gidecektim, karar vermiştim. Hazal, ben ve Ayvaz çalışma odasında toplandık. Avukat vasiyeti açıkladı, çok şaşırmıştım. Babam Ayvaz ile evlenmemi istemişti vasiyetinde. ‘Son arzum’ demiş, eğer onla evlenmez isem bana hiçbir şey bırakılmayacakmış. Babamı bile kandırmışlar. Ben olay çıkardım, onları suçladım. Tabi o sinirle kendimi odama kapadım. Eğer Ayvaz ile evlenirsem onlar da mirastan bir şey alamayacaklardı.

– Çok üzüldüm Dolunay babanın böyle bir şey yapması kötü olmuş.

– Ben de üzüldüm. Tabii o gece aşağı kata indiğimde, çalışma odasından sesler geliyordu gidip dinledim.

– Anne senin yaşlı kurt az değilmiş, bizi kızına mecbur bıraktı.

– Böyle olacağını hiç düşünmedim oğlum, ama sen o kızla evleneceksin, mecbursun!

– Sen delirdin mi anne? Ben onunla evlenip yıllarca ona nasıl katlanacağım? O deli asla benimle evlenmez, bizi yakacak.

– Sen beni dinle oğlum. O kız seninle evlenmeye mecbur kalacak, çünkü lise mezunu hiçbir şey yapamaz, para olmadan yaşayamaz. Zenginlik içinde büyüdü, hem uzun yıllar ona katlanmak zorunda değilsin. Bir yıl sabret, babasını öldürdüğüm gibi onu da öldüreceğim. Bir yıl boyunca onu psikolojik olarak mahvedeceğiz, intihara sürükleyeceğiz

– Çok güzel plan anne, inşallah o kızı evlenmeye ikna ederiz!

Bu sözleri duyunca o öfke ile odaya girdim ve elime ne geçtiyse, ne gördüysem onlara fırlattım. Ayvaz beni yakalayıp çok sert bir tokat vurdu, bayılmışım. Uyandığımda odama beni kilitlemişlerdi. Nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Her gün Hazal gelip beni ikna etmeye çalışıyordu, ama yüzüne tükürüyordum. Artık her gün gelip beni dövüyordu ve aç bırakıyordu. Bir gece evin çalışanı Sıla yaşadıklarıma dayanamadı, bana yardımcı oldu ve o insanlardan kurtuldum. Ne olur bana yardımcı olun.

– Sakin ol Dolunay, sana yardımcı olacağım. Kimse sana zarar veremeyecek.

Anıl’la odanın dışına çıktık. Dolunay’ı fazla yalnız bırakmamak için odanın kapısında durduk.

– Anıl sen isimleri araştır bakalım neler bulacaksın.

– Tamam amirim, dedi ve hemen çıkışa doğru yürüdü.

Ben kafeteryaya gittim çay aldım saate baktım sabaha karşı beş olmuştu başımı masaya koydum sonra ‘Amirim’ sesini işittim başımı kaldırdım.

Anıl başımda bekliyordu saate baktım yedi olmuştu. Gidip yüzümü yıkadım. Tekrar geri geldim.

– Neler buldun Anıl?

– Amirim ilerde oturan beyler Dolunay Hanım’ın yakınları. Onları dinleyin, çok şaşıracaksınız.

Merakla adamların olduğu yere gittim, ayağa kalktılar.

– Merhaba ben Cenk Komiser. Dolunay Hanım’ın akrabası mısınız?

– Komiserim ben Dilaver Akay, bu beyefendi de Dolunay’ın doktoru Tarık Bey,

Ben şaşkınlıkla adamlara baktım Dolunay’ın babası yaşıyordu. Anıl’a baktım o da şaşkındı oturduk.

– Komiserim çok şaşırdınız belli. Dolunay size ne anlattı?

Dolunay’ın bana anlattıklarının hepsini anlattım, onlar sakince dinledi.

– Ben yaşıyorum! Gördüğünüz gibi de sağlıklıyım. Kızım Dolunay’ın annesini ne yazık ki gözlerinin önünde araba çarpması sonucu kaybettik. O olaydan sonra Dolunay içine kapandı. Ben çok çalışan biriydim. Dolunay ile ilgilenmesi için bir bakıcı tuttum ve tahmin edeceğiniz üzere Hazal Hanımdı. Tabi bir de oğlu Ayvaz. Hazal elinden geldiğince onla ilgilendi ama garip davranışlar gelişti kızımda. Onu hastaneye götürdüm ve kızıma şizofreni tanısı konuldu, tedavi olmaya başladı. Doktor Tarık Bey bize çok yardımcı oldu. Size hastalığını o anlatsın.

Şizofreni, bireylerin gerçekliği anormal olarak yorumladıkları ve gerçek ile gerçek dışını birbirinden ayıramadıkları zihinsel bozukluğa verilen isimdir. Ciddi ve kronik bir hastalık olan şizofrenide hastalar gerçeklikle arasındaki bağlantısını yitirerek farklı davranışlar sergilemeye, gerçek olmayan olaylara inanmaya ve kişiliklerini değiştirmeye eğilim gösterir. Hayat boyu süren bir hastalıktır ve bu nedenle sürekli olarak tedavi gerektirir.

– İnanın Dolunay için çok üzüldüm, Dilaver Bey peki bakıcı Hazal ve oğlu neredeler?

– Kızımın davranışları yüzünden Hazal işi bıraktı, hayatımızda fazla olmadılar ve ben evlendim.

– Dolunay Hanım hastaneden mi kaçtı?

– Hastanede değildi, evdeydi benimle kavga etti, evden kaçtı.

– Şimdi Dolunay Hanıma ne olacak?

– Tedavisi devam edecek tabi ki, onu almaya geldik.

– Tamam, inşallah daha iyi olur Dolunay Hanım.

Hep beraber kalktık, Dolunay’ın odasına gittik. Genç bir kadın onunla beraberdi, adının Sıla olduğunu söyledi. Onunla odanın dışına çıktık, konuştum. Dilaver Beyin söylediklerini o da anlattı. Ben odaya tekrar girdim. Herkes odadan çıktı. Dolunay ile yalnız kaldık bana gülümsedi.

– Dolunay, ailen burada, seni evine götürecekler.

– Biliyorum, her zaman babam benim yanımda, asla beni yalnız bırakmaz. Dün kavga ettik, ben o öfke ile evden çıkıp gittim. Senin başına bela oldum. Özür dilerim.

– Senin gibi tatlı bir bela ile ilgilenmek güzeldi, kendine dikkat et, babanı üzme olur mu?

– İnşallah bir dahakine güzel bir zamanda karşılarız.

Gülümsedim, onu odasından çıkardım. Dilaver Beye teslim ettim. Baba-kız sarıldılar. Dolunay bana el salladı gittiler.

– Komiserim, kız çok güzel ama aklı gitmiş, Allah babasına sabır versin.

– İyileşme umudu yok, ilerde umarım daha iyi olur. Söyledikleri yalan da olsa onu dinleyip yardımcı olduk. İçimiz rahat etti.

– Ooooo, saat sekiz olmuş, siz yorgun olmalısınız. Hadi komiserim, gidip dinlenin.

– Yorgun olsam da iş beklemez Anıl işimize dönelim. Dolunay ve babası gelecekte neler yaşayacaktı bilmiyorum, ama ben işine düşkün biriydim aslında, evlenip bir aile kurmalıydım.


Konuk Yazar: Sevtap EKEN

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Konuk Yazar
Bağlantılar:
Misafir Yazar
2 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version