Yazarlar dünyasına yenice giriş yapan Özlem Özden çocuk edebiyatına farklı bir soluk kazandırarak ivmesini fazlasıyla yükseltmiş görünüyor. Yazdığı eserle sadece miniklerin değil her yaş grubunun kalbine, zihnine, hayat felsefesine büyük dokunuşlar yapmıştır. Adından söz ettirmeyi başardığı gibi ender rastlanan kabiliyeti, üslubu ve yazım tarzıyla da göz dolduran bir edebiyatçıdır. İlk kitabı olmasına rağmen şimdiden kadın kalem erbabının arasında yerini almış durumdadır.
Dünden bugüne doğru koltuğundaki yerini sağlamlaştırırken gıcırtı sesi duymayacağınıza dair temennilerimi şimdiden vicdan rahatlığı içinde sunmayı borç bilirim.
Kitabını okumayanların; “neden her yaş gurubuna hitap ediyor?” sorusunu duyar gibiyim. Cevabını basit bir anıyla anlatmak istiyorum:
Rahmetli aninnem (biliyorum ki anneanne) sabilik dönemimde bana ve kardeşlerime masal, hikaye anlatacağı zaman annemi ve babamı da çağırırdı. “Siz de gelin dinleyin, anlattığımdan ders çıkarın. Ta ki fıtratınız tamamlansın. Meyve vermek kolaydır amma yemesi zordur “ derdi.
Aninnem anlatırken annem, babam bazı yerlerde sözünü keserek; “biz bunu niye düşünemedik?” deyip kendilerini sorgulama sürecine geçerlerdi.
Aninnem sözünü bitirdiğinde ailecek oturur anlatılanı mütalaaya girişirdik.
İşte yazılan hikayenin özü de böyle bir şey…
Eserin konusunu uzun uzun yazmayacağım. Bazı hikayeler vardır ki dilden dile anlatılınca büyüsü bozulur. Alıp okumanız daha mantıklıdır. Size sadece tavsiye verebilirim:
Büyükler Cet Kayıp İnci’yi okurken sessiz ya da gürültülü ortamda yoğun ışıklar eşliğinde okusun. Okuduktan sonra kapağı kapatsın. Kabuk tarçının kokusunu iliklerinde hissedene kadar koklasın. Küçük bir bardakta ıhlamur çayı içsin. Ihlamurdan bir yudum içtikten sonra bardaktan çıkan dumanın kıvrak hareketlerini beş saniye izlesin. Gözlerini kapatsın.
Kendilerini masal meyvelerinin bol olduğu patika yolda yürürken bulacaklar. Yürüyüş esnasında sağ omuzlarından sol omuzlarına seri hareketle konan kelebekleri görecekler. Heyecan ve hayretle bakacaklar. Zeytin ağacının dallarından akan yeşil bereketlerin tadına bakmak için can atacaklardır.
Bir taraftan gelen nergis kokusuyla diğer taraftan gelen lavanta kokuları havada raks edip mayhoş bir tat verecektir.
Gözlerini açmanın sarhoşluğu ile gökyüzüne bakmayı ihmal etmeyeceklerdir. Gökyüzünün rengi çok ama çok mavi gelirken bulutları bir anda turuncuya boyamak isteyeceklerdir. Kitabın büyüklere verdiği haz bundan daha fazlasıdır.
Evlatlarınız okuduğunda ve yahut siz onlara okuduğunuzda yepyeni bir kavramla karşılaşacaklardır. Bu kavramın hayatımız boyunca önemini arz ederken ivedilikle uygulamaya geçeceklerdir. Evlerine tüm deniz canlıların olduğu akvaryum isteyeceklerdir. İncir reçelli ekmeklerini yerken zeytini yanında azık etmeye çalışacaklardır. Erken yaşta kendilerine derin, özlü, kararlı bir yol seçeceklerdir.
Aynı zamanda Özlem Özden’i bilmeyenlerden; “bu muharrir kimdir, neyin nesidir?” sorusunu da duyar gibi oldum. Bunu da anlatayım:
Benim hep savunduğum bir ilke vardır. Şöyle ki; bir yazarı tanımak için kitabının başındaki ya da sonundaki öz geçmişi okumanıza gerek yok. Cevap yazdığı eserin konusuyla yazarın saf duyguları, yaşam görüşü paralel gider.
Nahif, duygulu bir yapısı olduğu çok ortada iken sevginin sarsılmaz temeller üzerine kurulduğu savını sonuna kadar destekleyen, yaşayan biri. Aynı zamanda UNESCO niteliğindeki bu kadın dokuz elinde dokuz marifetleriyle ahtapot kadının güncellenmiş versiyonudur.
Son cümlelerimi kitabın arka kapak yazısından küçük bir kesitle bitirmek istiyorum:
“Peki ya korkularımız varsa? Ki var, ” Korkak kahraman mı olur hiç? ” demeyin.
“Neden olmasın?”
Keza korku duygusu bu kadar güzel anlatılamazdı… Ve zira korkmaktan bu kadar harika haz alınamazdı… Ben ise korkularımla bu kadar güzel gurur duyamazdım…
İllaki her korkunun sonu cesareti doğurur…”
Böyle can alıcı eserle bizi buluşturduğun için teşekkürler Özlem Özden.
Seni tanıdığımız için de ısrarla teşekkürler “Ahtapot Yazar…”
Konuk Yazar: Umut AYDIN