“Cet! Aç gözlerini, geldik.”
Cet yavaşça gözlerini araladı. Gördüğünden emin olamadı, daha çok açtı gözlerini. “Herhâlde açlık kafama vurdu!” diye düşündü Cet. Daha az önce güneş güzel güzel parlarken bu karanlık nereden çıktı şimdi yine. Üstelik burası karanlık değil, kapkaranlıktı. Çok derin devasa bir mağaranın içindeydiler. Cet etrafını yokladı önce. Ne yanına sığınabileceği yosun evler ne de kendi türünden nefes alan arkadaşları vardı. Bir tek Vella ve Cet. “Burası mı bayılacağım yer?” diye Vella’ya sitemde bulunacaktı ki o da ne? Vella ortalıkta yok! Gitmiş. “Vella, neredesin? Tamam, şaka yaptım gel, bayıldım; burası gerçekten muhteşem. Vella neredesin?” Ama boşuna. Vella’dan ne bir ses ne bir iz. Hiçbir şey yoktu. Bir süre mağaranın içinde bir ileri iki geri yüzdü. Vella gerçekten yoktu.
“Pekâlâ tamam… Burada böylece durmanın bir anlamı yok. Buradan bir şekilde çıkmalıyım. Ama nasıl? Üstüm koca kayalıklarla kaplı. Çok küçük delikler olsa da bu şekilde çıkmam çok tehlikeli ve zorlu olur. Ama ben yine de işi şansa bırakmak istemiyorum.” diye kendi kendine konuşmaya başladı Cet.
Birkaç denemeden sonra kendini boş bir mideyle ne kadar boşa yorduğunun farkına vardı ve bıraktı. Aşağılara açıldı etrafına yeniden bakındı ve mağaranın az ilerisinde üç küçük geçit olduğunu fark etti. İşte o an gerçekten gözlerine inanamadı.
——————-
“Bell, gel bak ne buldum!”
Bell, incisini bulduğunu düşünüp bir an için heyecanlandı.
“Nerde, buldun mu incimi, hani?”
“Hayır, hayır inci değil. Ama bir iz buldum galiba.”
—————
“Biraz garip geldi bana. Yani her şeyin bu kadar çok düzenli olması sence de sıkıcı değil mi?” “Sıkıcı mı? Hiç sıkıldığımı hatırlamıyorum buralarda. Aksine evlat. Sıkılmaya zaman bulamayacak kadar yapacak çok şeyimiz oluyor.”
“O zaman yorucu geçiyordur günler? Yapacak çok şey varsa hiç durmuyorsunuz demektir. Yanlış mıyım?”
“Arada bir duruyoruz tabii ki. Koşturmaca hâlinde değiliz sadece.”
“İlginç!”
—————
Tek kelime; iki hece.
Küçülür kalırsa içinde, paylaşırsan büyür senle birlikte.
Biricik anahtarıdır. Kilitli bütün kapıların.
İstersen taşı kalbinde.
İstersen taşır kalbinden ama.
Unutma, o herkesin içinde.
Ama zerre.
Ama yükle.
Nedir kapalı kapıları açan o kilit? Saniyeler yarışıyordu. Ref: “Aaa n’oldu, gitti mi, alındı mı, kaçtı mı, off her şey darmadağın oldu zihnimde.” derken;
“Hiçbir şey düşünme!” diye bir ses duydu kapının içinden. “Odaklan! Gözlerini kapat, derince bir nefes al.”
Konuşan kapı olamaz? Olabilir mi?.. Neyse, pek de sorgulamadı. Belki de hiç beklemediği anda gelen bu ses beklemediği bir yardım eli olacaktı. Sonu da beklemediği kadar güzel olacaktı.
Minicik burnuyla dalgıçların yaydığı baloncukların kalıntısından güzel bir nefes aldı. Onlarla oyun hayalini sonraya sakladı. Güzel temiz bir nefes. Ohh… Rahatladı. Sonra hiçbir şeyi düşün- memesi gerektiğini hatırladı. Öyle demişti kapı. Hiçbir şey düşünme derken bile hiçbir şeyin nasıl bir şey olduğunu düşünmemek elde değildi. O an aklına Bell’le aralarında geçen konuşma geldi.
“Buraya gelene kadar kaç arkadaşımı gördün?” “Hiç.”
———————-
Ref ilk kez bir şeyi sorgulamadan kendisine sunulan bir öneriyi kabul etti.
Aslanın ağzı Ref’i içine alabilecek kadar açıklığa geldiğinde, Cet: “Şimdiii!” diye bağırdı. Ref kapıdan aşağı kendini saldı. Tokmağın hizasına geldiğinde ışık hızıyla gelen Cet, Ref’i de kucaklayıp aslanın ağzından yeniden içeri girmeyi başardılar.
——————
Ejderha:
“Sen Siyah İnci efsanesini duydun mu hiç küçük adam?”
Cet:
“Eveeet.”
Ejderha:
“Kimden duyduysan teşekkür etmelisin.”
Cet:
“Hikâyeleri dinle ama inanma demiştin.”
Ejderha:
“O hikâye değil ama. Bir efsane. Efsanelere inanma dediğimi hatırlamıyorum.”
————————
– “Kafan karıştı senin. Bu iyi haber.”
– “Kafa karışıklığının nesi iyi?”
– “Çöz beni diyen bir şeyler var işte, nesi kötü?”
———————-
“Sen şimdi o kadar yolu, onca şeyi sadece bir arkadaşın üzgün diye, incisini bulmaya söz verdiğin için mi teptin geldin, yaşadın yani?”
“Evet.”
“Bu çok saçma.”
“Nesi saçma?”
“Birincisi; arkadaşın olması. İkincisi…”
“Senin hiç arkadaşın olmadı mı?”
“Yoo… Gerek var mı? Ne işime yarar ki?”
“Sen hep yalnızdın değil mi?”
“Evet. Öyle olmak da hoşuma gitmiştir hep.” “Yani, güzel anıların da yok öyleyse? Ya da pişmanlıkların?”
“Güzel anılarım var tabii. Sabahın karanlığında yaz kış giyip sıcacık tutan kalın bir paltomun içinde çocukluğumdan beri biriktirdiğim yanar dönerli üç-beş tasom var.”
……
Devamı için “Cet Kayıp İnci” adlı yeni çıkan kitabımı okuyabilirsiniz.