Sevgili okuyucular, uzun zamandır zihnimi meşgul eden ve cevap aramaya çalıştığım bir soruyu sizlerle paylaşacağım. Mutlu olmak için basit, sıradan bir hayat yaşamak, dünyada ve ülkemizde yaşanan olayları uzaktan takip edip, hiçbir şeyle derinliğine ilgilenmeden sadece geçim derdiyle meşgul olmak ve yüzeysel yaşamak mı yoksa yaşamın anlamı üzerine düşünmek, dünya ve ülkemizdeki gelişmeleri takip etmek, farklı kaynaklardan kitaplar okumak, alanında uzman kişilerle beyin fırtınası yapmak ve kendini aşmaya çalışmak mı doğru bir yaklaşımdır?
Hayat yolculuğunun farklı evrelerinde genellikle bilgili olmanın ve bilgiyi etkili kullanmanın hayatı anlamlandırmada etkili olacağı ve insanın tekâmülüne yardımcı olacağını düşünülebilir. Ancak insan hayatın anlamını çözmek için, “Ben Kimim?“ , “Nereden Geldim ve Nereye Gidiyorum?“ , “Dünya’ya geliş amacım ne?” gibi sorular sormasıyla ve bu soruları cevap aramak için çevresindeki insanları, hayvanları, bitkileri, eşyayı gözlemlemeye ve farklı dünya görüşleri olan yazarların kitaplarını okumaya başlamasıyla, zihninde bilgi depolanır. Beyinde depolanan ve zamanla dışarı taşacak hale gelen bu bilgiler insanın aklını daha çok karıştırır, inandığı değerleri ve doğru bildiklerini daha çok sorgulamasına neden olur. Tek başına depo halde duran bu kuru bilgiler, deneyimlerle damıtılarak özümsenmediği için kişiye bir faydası yok gibi görünür. Başınıza gelen olaylar, yaşadığınız acılar, mutluluklar, sevinçler, başarılar, başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları ve travmalar sonucunda başkaları ve kendiniz hakkında daha farklı fikirler edinmenizi ve hayatın farklı yönlerini görmenizi sağlar. Böylece hayata karşı tek yönlü bakış açınız, yerini yavaşça çok yönlü bakış açısına bırakır ve dünyayı siyah-beyaz olarak değil, siyah-beyazın arasında kalan grinin sonsuz tonuyla değerlendirirsiniz. Tüm bunlar sonucunda deneyim ve bilgilerinizin kombinasyonuyla repertuarınızın genişlediği, başınıza gelen büyük sorunlarla başa çıkabileceğinize ve artık rahat edeceğinize sevinebilirsiniz. Ancak gerçeklerle karşılaştığınızda hayal kırıklığına uğrarsınız. Bilginin mutluluktan çok acı çektirip mutsuzluğa neden olan yönüyle tanışırsınız.
İnsan hayatın belirsizliğine tahammül edemediği için umutsuzca bir kesinlik arayışına girer. Yaşamın akışını kontrol altına almaya ve belirsizlikleri ortadan kaldırmaya çalışır. Ancak zihnine depoladığı bilgiler ve içselleştirdiği deneyimlerin belirsizliğin yarattığı kaygıya çare olmadığı gibi daha da artırdığının farkına varır. Aynı zamanda insan içinde yaşadığı devirde, bilginin geçerli akçe olmadığını, bunun yerine neredeyse iş bulma kurumu gibi hizmet veren üniversitelerden birini çabucak bitirip para kazandıracak bir işte çalışmaya daha çok değer verildiğini anlar. Değişen değer yargılarında, bilgili olmanın yerini artık yüksek gelir sahibi olmak, lüks konutlarda oturmak ve pahalı arabalara binmek ve konforlu bir yaşam sürmek almıştır. Aynı zamanda, hayat üzerine paylaşımda bulunacağız, anlam arayışında fikir alışverişi yapacağınız insanların sayısı da azalmıştır. Ayrıca günümüzde gerek internet ortamında gerekse medyada dolaşıma sunulan bilginin çoğu kirlidir ve yanlış yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu kaynaklardan sağlanan bilgi hap bilgi niteliğindedir. Genellikle insanları oyalamaya, boş vakit geçirtmeye, eğlendirmeye ve bağımlılık yaratmaya yöneliktir. Amaçlarından en önemlisi zihinlere gönderilen çeşitli uyaranlarla insanları daha çok alışverişe, harcamaya ve tüketime yönlendirmektir. İnsanların çoğu bu kaynaklardan sağladığı bilgileri zihin süzgecinden geçirmeden doğru kabul edip kendi fikirleriymiş gibi savunurlar.
Zihinde depo halinde atıl duran ve yaşanılan deneyimlerde işlevsel kullanılmayan bilgiyle, hiç kimse bilge olamaz. İnsanın amacı kendisine Yaradanın sunduğu potansiyeli kullanmak ve kendini aşmak olmalıdır. Kendini aşma, aynı zamanda evrimsel ve genetik kodlarında da olan bir hediyedir. Bu yüzden çeşitli kaynaklardan bilgi biriktiren ve bunu analiz etmeyen insan, gelişim basamağında tıkanmaya mahkûmdur. Bilgeliğe giden yol ise, çok daha çetin ve acı vericidir. Tasavvufun eşsiz bir güzellikte bize anlattığı yolda, insan ancak doğru bildiklerini unutarak kendi zihinde deposundaki dağınıklığı, bilgi çöplerini temizleyip tam manasıyla içini boşaltıp arındıktan sonra hayata yeni bir başlangıç yapabilir. Yeni başlangıcı, başa gelen acı verici olaylar, başarısızlıklar, hayal kırıklıkları, kayıplar ve ölümlerden alınan dersler hızlandırabilir. Anlaşılacağı üzere, yaşam ve anlamı üzerine sorulara sorarak başlayan bilgelik yolculuğu mutluluk, sevinç ve neşe getirmez. İnsan modern dünyada hemen sonuca ulaşmaya ve haz almaya programlandığı için, çoğunluk bu kadar uzun vadeli bir yolculuğa tahammül gösteremez, anlık ve geçici zevkler peşinde koşar, bu yüzden hazza dayalı ve benmerkezci bir yaşam biçimini benimser.
Öte yandan hayatı sorgulamayan, gerçekleri aramayan ve yüzeysel yaşayan, tek derdi ailesinin geçimini temin etmek ve sisteme uygun bir tüketici olup konforlu bir hayat sürmek olan bir insan, yüzeysel yaşadığı için hayattan daha çok zevk alır ve mutlu olur. Başarının basitçe toplumun değerlerine uygun yaşamak ve geçerli bir meslek sahibi olup para kazanmak olduğuna inandırıldığı için, onun için bundan ötesinin bir anlamı yoktur. Neleri kaçırdığının ve içini kemiren yetersizlik duygusunun farkında olmadığı için sadece kendini düşünerek bir süre mutlu yaşar. Ancak günlük hayatta ve ilişkilerde istediklerini elde edemediği zaman öfke atakları geçirir. En ufak bir kayıpta yıkıma uğrar. Herhangi bir başarısızlığında ya kendini ya da başkalarını suçlar. Burada mutluluk ile kapitalist sistemin dayattığı yarışmacı insan tipi örneği üzerinden, yüzeysel yaşamanın verdiği sahte mutluluğa kastediyorum.
O zaman kendini aşmaya gönül vermiş, bilgelik yolunda yürüyen bir insan nasıl bir hayat sürsün ki, yolun acılarına, zorluklarına, çilesine göğüs gerebilesin? Bunun için her şeyden önce hiç kimse sormadıkça, danışmadıkça, bilgi verilmemesini ve açıklama yapılmamasının çok önemli bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Kişi iyi niyetle her önüne gelenle bilgi dağarcığını paylaşırsa, istismara uğrayıp küçümsenmesi, damgalanması ve hatta toplumdan tecrit edilmesi kaçınılmaz olur. Buna dair en güzel sözü atasözü hazinemizden bulabiliriz. “Doğru Söyleyeni Dokuz Köyden Kovarlar.” Böylece kâmil insanların, tasavvuf büyüklerinin ketum olmaya neden bu kadar önem verdikleri de anlaşılabilir. İçinde bulunulan zaman ve zemin içinde, karşınızdaki kişiyle diyalog kurarken onu dinlemek, gözlemlemek ve kişiliğiyle ilgili ipuçları toplamak, onunla neleri nasıl konuşabileceğiniz hakkında size doğru fikirler verebilir. Kendinizi açmanızın size zarar vereceğinizi düşünüyorsanız, onu daha çok dinleyerek ve söylediklerine onun kendi dil kalıplarına uygun cevaplar vererek ayna olabilirsiniz. Bir başka deyişle, sizi anlayamayacak bir insanla diyalog halindeyken, biraz tanıdıktan sonra onun beğeni ve eğilimlerinden sohbet ederseniz, sizi yakın hissedip kendinden bahsedecektir. Böylece oluşturduğunuz savunma duvarıyla kendinizi karşınızdaki insanın zararlı ve hatta yıkıcı etkilerinden de koruyabilirsiniz.
Kendini aşma arayışında olan insan, zaten hayatta mutluluğu değil evrenle uyum içinde bir olmayı ve huzuru arar. Ânın gerçekliğini yaşamaktan ve yoluna devam etmekten başka bir şey düşünmez. Ancak başta sorduğum soruyu düşünüp iki insan modeli arasında karşılaştırma yaptığımda, tüm yaşam gayesi ihtiyaçlarını karşılayıp tüketmek olan, yüzeysel yaşayan kendi dünyası ve işi dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanın kısa dönemde daha mutlu olduğunu; kendini aşmayı amaç edinmiş zorlu yolculuğa çıkan kişinin ise, yolun zorlu aşamaları ve iniş çıkışları ve yaşadığı tecrübelerin ağırlığı yüzünden acı çekip mutsuz olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen, hayatı sevgi ve bilgiyle hiç durmadan kendini bulmak ve aşmak için yürüyen insanlar, tekâmülün her aşamasında açılan farkındalık pencereleriyle yolun sonunda kendilerini bekleyen hazineyi anlayacak düzeye geldiklerinde artık bambaşka duygularla ilerlerler. Onları bekleyen büyük ödül için her türlü cefa, çile ve acıyı çekmeye değer olduğunu anlarlar.
Teşekkür ederim hocam,ayni ile tecrübe ettiğim durumları kaleme almışsınız var olun.Böyle buyurdu zerdüş’te filozof “bu ağız o kulaklara göre değil” diye inliyordu.