“Bu yazarın her kitabını okurum. Meseleyi yine harika bir yerden yakalamış. Fakat çeviri yeterince özenli değil.”
“X adlı kitabı okudum. Fena değil. Tavsiye ederdim ama çevirisi yeterli gelmedi.”
“Kitabın çevirisinden midir; nedir, pek bir şey anlayamadım. Yoksa bu yazar kesinlikle bir numara.”
“Kitabın konusu muhteşem ama çevirisi bir tuhaf mı sanki?”
Bu tür yorumlara her rastladığımda mideme kramplar giriyor. Günümüzde herkes çeviri uzmanı oldu. Kitabın kaynak metnini okuyacak kadar yabancı dili olmayan da, kitabın hedef metni ve anadili olan Türkçeyi bilmeyen de çevirmene yükleniyor. Sosyal medyada paylaşımlarına baksanız, de’leri ve ki’leri ne zaman ayrı ne zaman bitişik yazacağından bihaber, Elif görse mertek sanacak dil uzmanları, kahve fotoğraflarının yanına meze yaptıkları ve okumadıkları kitapların çevirmenlerine dil uzatma cüretini gösteriyor. Öğrenciyken edebiyat derslerini zül gören; bağlaç nedir, edat nedir anlayamayınca; “Hocam bunlar hayatta bizim ne işimize yarayacak ya?” diye mızırdanan haylaz öğrenci tayfası, günümüzün sosyal medyada çevirmen ve yazarları kum torbası gibi gören klavye (anti) kahramanlarına dönüştü.
Şimdi yazacaklarımı göz ardı etmiyorum öte yandan. Gerçekten özensiz çeviriler yok mudur? Vardır. Gerçekten çeviriden anlayan edebiyat severler yok mudur? Elbette vardır. Mesela bir felsefe ve sanat tarihi hocamız bize Platon’un eserlerinin hangi çevirisinin daha iyi olduğunu söylerdi. Hangi şuursuz mesleğinde duayen bir hocanın bu önerisini yok sayabilir?
Çevirmenleri haksız eleştirilerle yeren sözleri her duyduğumda ise artık aklıma şu özlü sözleri getireceğim:
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.” (Yunus Emre)
“Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek bir cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf mı diye; bir de adama bakarım adam mı diye?” (Mevlana Celaleddin-i Rumi)
Gelin görün ki insan bazen susamıyor. Neden derseniz çeviri bir süreçtir. Bu sürecin birçok paydaşı vardır. Çevirmen yayınevinden kitabı alır. Belli bir sürede çeviriyi teslim etmeyi taahhüt eder. Daha sonra editör değerlendirmesinden geçen çeviri gerekirse çevirmene redaksiyon için geri yollanır. Yayınevi bu esnada çeviri editörüne veya konunun uzmanı bir yetkiliye önsöz yazdırır. Bir yandan da yayın politikasına ve pazarlama ilkelerine uygun ama aynı zamanda orijinali anımsatacak şekilde kitaba uygun bir başlık aranır. Dizgi aşamasından sonra kitap kapak tasarım aşaması gelir. Tüm bunlardan sonra kitabın satış tarihi belirlenir. Ücret konusu ayrı bir makalenin konusudur. Ona burada girmeyeceğim.
Yalnız çevirinin emek yoğun bir iş olduğunu, tüm bu yapay zeka çeviri programlarından sonra bile halen “editing” yani redaksiyon için çevirmenlere ihtiyaç duyulduğunu, çevirmenlerin geçirdiği uykusuz geceleri, uzun saatler boyunca masa başında oturmanın sonucu olan sırt, bel ve boyun ağrılarını, bir kelimeyi doğru kullanmak için saatlerce araştırma yapıldığını ve tüm bu süreçte çevirmenin yalnız olmadığını; aslında bunun bir ekip işi olduğunu, kağıt fiyatlarını, yayınevi politikalarını, ülkenin ve toplumun hassasiyetlerini göz etmek gerekirken hedef metne nasıl düzgün bir ifadeyle çeviri yapmak gerektiğini, çevirinin bir birikim işi olduğunu, maddiyattan çok manevi tatmin için yapıldığını da eklemeden geçemeyeceğim.
Türkiye’nin hatırı sayılır yayınevlerinden yayınlanmış ve yayınlanmayı bekleyen otuza yakın kitap çevirisi olan ve 20 yıldır çeviri piyasasında yer alan bir çevirmen olarak, sanal mecralarda ve gerçek hayatta entelektüelmiş gibi görünmek istediğinizde, çevirmeni yeren özensiz ve rastgele yorumlar yapmadan önce elinizi vicdanınıza koymanızı dilerim.