Çevremizdeki Renkler

Betül Eren 502 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

Ailelerimizde, arkadaşlarımızda, yakın çevremizde, ülkemizde ve hatta dünyada binlerce renge sahip insan olmasına rağmen, bizler nedense herkesi aynı renklere bürümekte kararlıyız. Sadece kendi istediğimiz renklere sahip insanlarla çevrelensin etrafımız diye düşünüyoruz ve elbette bu davranışımızın sonucunda baskı geliyor.

Oysa etrafımızdaki rengarenk insan topluluğuyla yaşamak aslında ne kadar güzel olabilirdi. Neden biz insanların istedikleri gibi davranmalarına engel olmak istiyoruz? Kafamızın içinde var olan kalıplara sokabildiğimiz her insan için sanki başarı kazanmışız gibi seviniyoruz. Bir siyah, bir beyaz belki biraz da arasında yer alan tek tük gri… O kadar bizim renklerimiz. Oysa dünya öyle mi? Tabiat öyle mi? Küçücük bir kuşun üzerinde hepimizi hayran bırakacak binlerce renkte tüy var. Öyle etkileyici bir görünümü var ki…

Dedim ya, sadece siyah ve beyaz bizler için uygun diye, onlar kadar etkileyici bir mavi var örneğin… Ya da yeşilin binlerce tonu… Hatta kırmızı. Yasak bir renk. Kırmızı giyene de, kırmızı düşünene de yasak gözüyle bakmıyor muyuz? Kırmızı neden yasak renkler arasında bilen var mı? Yok… Önemli olan konulmuş ve kabul edilmiş sınırların dışına taşmamak.

Konuşurken yüksek sesle konuşamamak, şarkı söyleyememek, renkli giyinememek, farklı fikirleri dile getirememek… Yani kalıplaşmış ve standartlaştırılmış bir insan topluluğu.

Sadece ailelerimize baktığımızda bile rengarenk insanlar görmek mümkün. Bir çocuğun davranışlarını her yapma, etme sözlerimizle yasakladığımızda onun rengarenk dallarından birini kırıyoruz sürekli. Oysa o çocuk, bıraksaydık arşa kadar çıkabilirdi belki de. Herkes suspus olduğunda yaşam daha mı güzel? Herkes tek tip yediğinde, içtiğinde, konuştuğunda yaşam daha mı renkli?

Öyleyse bu hakkı bize veren kim ya da kimler? Adına ahlak dediğimiz genel kabullerin arkasına sığınarak insanları yalnızlaştırma hakkını bize kim veriyor? Bir çocuğun elinden serbest düşünce hakkını almaya başladığımızda o çocuktan ileriki yaşamında ne bekleyebilirsiniz ki?

Arkadaşlarımız mesela, bizden farklı düşünen bu yüzden de arkadaş olmayı sevdiğimiz diğer insanlar… Örneğin benim bir arkadaşım var. Taban tabana zıt kutuplar gibiyiz. Örneğin ben daha realistim, o çok daha romantik, ben daha somut verileri severim, onun dünyası soyut verilerle kaplı. Belki de renklerimiz de farklı. Birimizin “sarı” dediğine ötekinin “hayır bu mavi” dediği çok olmasına rağmen, ortak noktalarda buluştuğumuzda bunun bize verdiği hoşnutluk çok daha fazla. Böyle olmasını ikimiz de seviyoruz. Çünkü bir noktada anlaşabilme yollarını bulabilmek çok güzel. Aynı şekilde eşim ve benim hayata bakış açılarımızda benzerlik olmasına rağmen farklılıklar o kadar çok ki… Bazen o tam bir kırmızı, ben bir siyah olabiliyorum veya tam tersi, ben beyaza doğru kayarken o başka bir renge bürünebiliyor. Buna benzer bir durumu oğlumla da yaşıyorum. Hayata bakışımız da, insanlara bakışımız da son derece farklı. Birbirimizi anlamaya çalışıyoruz. Ne o benim renklerimi soldurmak istiyor, ne de ben onun…Birbirimizi kalıplara sokmadan olduğumuz gibi kabul edebilmemiz gerektiğini her ikimiz de biliyoruz.

İnsanları çalışkan-tembel, iyi-kötü, güzel-çirkin, zeki-aptal gibi pek çok kalıba sokuyoruz ister istemez sonra da tüm bu insanlardan bilinmeyeni bilmelerini, hayatlarını sürekli birer adım ileri götürmelerini bekliyoruz. Böyle insanlar ileri gidebilir mi? Gidemiyorlar…

Dünyaya adım atlatmış bütün insanlara baktığımızda farklı renkleri bünyelerinde barındırdıklarını görüyoruz. Bu bilim insanlarında, mucitlerde, liderlerde, yazarlarda ve bütün iş dallarında görülebilen bir özellik var. Farklı olmaları…

Basitçe anlatmaya çalışırsam, örneğin Orhan Veli, arkadaşlarıyla birlikte Garip akımını başlattığında, kendisinin başarı kazanamayacağını söyleyen o kadar çok şair ve yazar olmuş ki… Bunun gibi yeni neyi denerseniz mutlaka karşınıza bir engel çıkartıyorlar. İşte bu engelleri çıkartanların hayatları da hayal dünyaları da sadece içlerinde beyazı bile olmayan gri ve siyahtan ibaret. Kendi etraflarına ördükleri kozanın içinde, standart bir yaşam biçiminde yaşamayı seçiyor ve siz bu kozanın dışında bir yaşam oluşturmaya kalktığınızda da hemen sizi kendi kozalarının içine çekmek için çaba sarf etmeye başlıyorlar. Çok basitinden, size “Deli” diyorlar mesela… Yaftalamanın, etiketlemenin altında yatan tek bir şey var. Sözde iyilik etme peşinde koşarken sizi kendi “Normal” durumlarına çekmek ve onun dışında kalan herkese “Zavallı” gözüyle bakmak… Yani konfor alanlarını bozmamak…

Bu sanatın her dalında da böyle. Bir ara ressamları ve hayatlarını incelemeye çalışmıştım. Öyle ressamlar vardı ki standardın dışında yaptıkları resimlerle o dünyaya yepyeni bir soluk getirmişler ve zamanlarında hor görülmüşler, engellenmişler. Bugün bile değerlerinin tam anlaşılabildiğini sanmıyorum. Bunu müzikte de, edebiyatta da görmek mümkün.

Bir düşünce, genel görüşe aykırı da olsa, kabul edilmiş ahlaki normları çiğnemediği sürece desteklenmeli. O insanların ışıldayarak renklerini dünyanın her tarafına saçmalarına izin verilmeli.

Bir kitap kulübüne üyeyim. Bu grupta arkadaşlarımızdan biri, zaman zaman bir görsel paylaşıyor ve soruyor bizlere; “Bu görsel sizin için ne ifade ediyor?”. Herkes kendince bazı açıklamalarda bulunuyor ve hayretle okuyorum ki hiç kimsenin o görselde gördükleri birbirine benzemiyor. O kadar ilginç sözlerle gördüklerini ifade ediyorlar ki bazen; “Ben bunları neden göremedim? Aslında ne kadar haklılar… Böyle de yorumlanabilirdi…” diye düşünüyorum. Sadece bu bile, bizlerin renklerinin ne kadar farklı olduğunu ve zihinlerimizdeki zincirlerden kurtulduğumuzda, kendimizi ve hayal dünyamızı özgür bıraktığımızda bambaşka renklerle kendimizi ifade edebildiğimizi gösteriyor.

Geçmişte yaşanmış bir vakayı okurken ya da incelerken o devrin koşullarını hiç dikkate almadan bugünün ve toplum normlarının ışığında karar veriyoruz. Oysa, o günün renkleri nelerdi hiçbirimiz bilmiyoruz. Bir insanı “iyi” veya “kötü” olarak değerlendirdiğimizde yine toplumsal normlara göre karar veriyoruz ve belki de hayatımızın yanlışını yapıyoruz. İnsanların birbirini anlamasına, sevmesine, aşık olmasına bile izin vermiyoruz. Aileler ve toplumun baskısını iliklerine kadar hissetmelerine neden oluyoruz sonra da; “Biz ne zaman bu kadar sevgisiz bir toplum olduk?” diye hayıflanıp duruyoruz.

Bence en renkli kişilikler çocuklarımızda. Öyle farklı düşünebiliyorlar ki şaşırtıyorlar bizleri ve bu renkleri soldurmak için sanki özellikle baskı uyguluyoruz. Neden? Standart insanlardan olsunlar, bir şeylere karışmasınlar, değişik düşüncelere kapılmasınlar, hayatlarını bizce rahat yaşasınlar diye. Hangimiz bunu yapmıyor ki? Oysa onları serbest bırakabilseydik biraz, o renklerini büyüyünce bile muhafaza edebilselerdi, belki de çok farklı bir dünyaya merhaba diyebilirdik…

Ben yıllar önce, Amerika’ya eğitim için burs kazandığımda, ailemizi ziyarete gelenler, onlar için evcil hayvanlarının ve özellikle köpeklerinin ne kadar önemli olduğunu ve asla evcil hayvanları hakkında kötü davranmamamı söylemişlerdi. Bugün, ülkemizde pek çok şey değişti ve pek çok insan evcil hayvan sahibi olmaya başladı ve biz standart insanlar, bunu da eleştiriyoruz. Yeni her şeyi eleştirdiğimiz gibi…

Özellikle emekli olmuş insanlar çeşitli kurslara devam ederek içlerindeki renkleri bizlere de göstermeye çalışıyorlar. Kimi yazmaya merak sardı, kimi resim yapmaya, kimi şarkı söylemeye… Muhteşem el işleri yapanlarda var, ahşap işleri yapanlarda… Bu yaştan sonra olur mu demediler, diyenlere de pek aldırmıyorlar… Kim bilir belki de içlerinde çocukluktan beri var olan ama bizlere gösteremedikleri renklere sığınmayı seçtiler.

Burada kast ettiğimin insanların tenlerinin renkleri olmadığını hatırlatmama sanırım gerek yok. Benim özellikle vurgulamak istediğim, düşüncelerin ve hayallerin renkleri. Bu örnekler böyle çoğaltılabilir, daha neler neler söyleyebiliriz ama sanırım ne demek istediğimi biraz anlatabildim. Bırakalım insanları, özgürlüklerine karışmayalım ve içlerindeki renkleri bize anlatabilmeleri için fırsat verelim, renklerini soldurmayalım, bilakis, teşvik edelim ve onların ellerinden tutalım. Belki de bizim yalnız ve güzel dünyamız böylece daha yaşanacak bir yer haline gelebilir…

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Betül Eren
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version