Çok sarkastik bir yaklaşım olmasa da akıllara direkt ve dolaysız gelen bir sorudur: “Bir insan neden katil olur ki?” Hele ki daha önce böyle bir suç işlememiş, işlemeyi düşünmemiş, etrafınca efendi ve kabiliyetli olarak görülen, gösterilen bir birey hangi durum ve olaydan sonra veya düşünce ile cinayet işlemeye meyil edebilir? Katil olabilir?
Tam olarak bu noktada Suç ve Ceza bütün suç ve cezaları ile bu sorulardan doğan sorunlarımızın odağına oturuyor. Suç ve Ceza; tasvir edilen bireyin daha henüz yeni katil olmuş kahramanımızın gözünden, zihninden suç psikolojisini görmemize olanak sağlıyor.
Kitabın müellifi sevgili Dostoyeski bu kitapta bizlere vicdan ve fıtratımızı sorgulatıyor. İnsan öldürmenin bedelini öyle bir gösteriyor ki ölüm gibi bir şey ama kimse ölmüyor. İnsan öldürmenin bedelini gösteriyor. Sevgi veya merhamet gibi hasletlerin ne derece kurtarıcı latifeler olduğunun farkına varmamıza yardımcı oluyor.
Kitap; bizi, bir üniversitede hukuk öğrencisi olan ve tek başına yaşayan Raskolnikov ile tanıştırıyor. Lakin maddi açıdan yaşadığı sıkıntıların üstesinden gelemediği için eğitimini yarıda bırakır. Maddi sıkıntılar çeken bugün de olduğu gibi sadece Raskolnikov değil mektuplaştığı annesi ve kız kardeşi de maddi sıkıntılar yaşamaktadır. Bu yoksulluk öyle bir dereceye varır ki kız kardeşi sevmediği halde sadece parası için evlenecektir. Bu durumu öğrenen Raskolnikov için yoksulluk bardağını taşıran son damla olur.
Bütün bu yoksulluklar o kadar canına tak eder ki; bir plan kurar ve yoksulluktan kurtulmayı düşler. Planı ise apartmanında oturan tefeci kadını öldürüp mal varlığına deyim yerindeyse çökmektir. Kahramanımız bu katl planını günlerce defalarca kez kafasında tasarlar durur. Planı aksatan ise bu kadının kötü bir insan, nefret saçan ve sevilmeyen bir insan olduğunu bilse de bu cinayeti oturtmak istediği ahlaki temellerdir. “Böyle bir insanın dünyadan eksilmesinin kime ve neye ne gibi bir zararı olabilir ki? Hatta dünya böylesi kötü bir insandan kurtulduğu için bir iyilik yapılmış olması muhtemel değil mi?” gibi düşünceleri de vardır. Belki de bireysel ahlak normlarını topluma dayatacak bir noktadadır.
Sürekli olarak bu cinayetin neden gerekli ve neden mantıklı olduğuna kendisini ve ahlaki değerlerini ikna etmek için çabalar. Çünkü bu cinayet sonrasında ekonomik bir rahatlama yaşayacak kadar eline ciddi miktarda para geçecektir. Bu para ile üniversiteye devam edebilir, kız kardeşini para için evlenmekten kurtarabilir, annesini rahata erdirebilir. Uzun vicdani muhasebeler neticesinde bu cinayetin gerekli olduğuna kendisini ikna eden Raskoln bir gün tefeci kadının evine gider ve onu onun baltası ile öldürür. O sırada cinayeti gören tefeci kadının dindar kızı Lizateva’yı da öldürerek çifte katil olur.
Peki ya şimdi?
Cinayete ve kahramanımıza gelmeden hemen önce bir noktaya değinmekte fayda vardır. Toplumlarda Raskoln gibi kendi halinde, yaşadığı bile fark edilmeyen, dışarıdan zararsız bile olarak gösterilen bireyin ki bu bireylerin sayıları oldukça fazladır; neden böyle bir cinayeti işlemiştir? Onlar neden cinayete meyleder?
Maddi ve ahlaki normların yanında kahramanımızın başka bir sebebi daha olabilir mi? Kendisinin insanların hakkındaki temel görüşlerini öğrenmek bu sorumuza cevap olacaktır. Ve belki de bu cinayetin asıl aynı zamanda tuhaf sebebini de görmüş olacağız.
Kahramanımıza gelirsek, yazdığı bir makalede insanları sıradan ve olağanüstü olmak üzere ikiye ayırır. “Sıradan” olanlar otoriteye boyun eğer, normlara ayak uydurur, kanunlara riayet eder, itaat etmeye ise bayılırlar. Raskoln bu insanları aşağılamaz. Bu sıradanlık fıtratlarının bir gereğidir. Öyle yaşanmak zorunda oldukları için öyle yaşarlar diyerek yaklaşımda bulunur.
“Olağanüstü” ise tam tersi kanun bilmez, düzen bilmez, kendi kurallarını yazan, dayatan insanlardır. Bu insanlar daha iyiye ulaşmak isteklerini kendilerinde bir hak olarak gördüklerinden cinayeti bile göze alır. Zafere varmak için her yol mubahtır anlayışı ile Makyavelist bir tavır sergilerler. “Bu iyiliksever, bu kurucu, yasa koyucu insanların çoğu büyük birer kan dökücüdür.” der Raskoln. “Toplum içinde birazcık sivrilen yani topluma söyleyecek birazcık yeni bir şeyleri olanlar birer suçlu olmak zorundadırlar. Tersi durumda zaten sivrilmelerine olanak yoktur.” diye devam eder. Olağanüstü insanlar konusunda biraz daha ileri gider. Olağanüstü insanların suç işleme hakları olduğunu savunur. Örneği ise Newton’dur. Öldürme Hakkı.
Makalesinde değindiği bir diğer nokta ise olağanüstü insanların fıtratlarıdır. Sıradan insanların aksine olağanüstü insanların kuralları yıkmaya, kendi kurallarını koymaya, suç işlemeye meyilli olmaları yani fıtratları üzerinden bir insan suçlanabilir mi? Bu durumda görüyoruz ki cinayeti işlemesindeki asıl maksadı kadının parası veya dünyayı bir pislikten kurtarmak değildir. Asıl amacı kendisini, kendisine olağanüstü bir insan olarak ispat etmektir. Bu cinayet; “Ben sıradan bir insan değilim. İdeallerim uğruna ne gerekirse yaparım” demenin fiiliyatıdır. Yine kendi yazdığı makalesinde bu teori kendi pratiğinde fena halde karşılıksız kalır. Raskoln cinayeti işledikten sonra kendini bambaşka bir evrende bulur. Korktuğu şey başına geliyordur. Vicdani muhasebesini veremediği cinayet aslında onun da sıradan bir insan olduğunu düşündürtecektir.
Cinayetten sonra içerisine girdiği ruh hali kendisi ile ilgili bazı gerçekleri öğrenmesini sağlıyor. İlkin cinayetten önce kendisine dayattığı normların hiçte güçlü olmayan kaleler olduğunu görüyor. Normlardan hiçbiri cinayetten sonra çektiği acılara mani olmamıştır. Asıl veren durum ise kaleme aldığı makalede “kendisinin olağanüstü bir insan olmadığını” öğrenmesidir. Teorisine göre olağanüstü bir insan olarak cinayetten sonra vicdan azabı duymaması gerekmektedir. Vicdan azabı duysa bile nihai hedefine varmasına engel olmamalıdır. Fakat kahramanımız kendisine hedef belirlediği maddi değeri olan materyalleri tam anlamı ile tamamen çalamaz. Çaldıklarını da bir ağacın dibine gömer. Ama tekrar gidip geri almaktan ise korkar.
Kötü bir insanı öldürmenin iyi bir şey olduğunu iddia etse de iddiasının aksine zayıf düşer hatta hastalanır. Öyle ki bir süre yataktan çıkamaz olur. Bir manada kendi yazdığı kuyuya düşer. Nihayetinde O’nun fıtratında olağanüstü biri olmak yoktur. Olağanüstü olanlar böyle bir sorgulamaya girmezler bile. O da toplumdaki diğer insanlar gibi sıradan bir insandır.
Kahramanımız Raskoln bu cinayeti diğer insanlardan nasıl gizleyecektir? Şöyle de bir gerçek vardır. Cinayet işledikten sonra akli melekelerini yitirmiş gibi davranmaktadır. Bu davranış bozukluklarından anlaşılabilir ki bu cinayeti uzunca bir süre saklaması mümkün değildir. İlla ki bir yerde bu durumla başa çıkamayacak ve adalete teslim olacaktır. Bundan sebep sorulması gereken soru: “Kahramanımız suçunu nasıl itiraf edecektir?”
Ne gariptir ki bu itirafı alan kişi annesi, kız kardeşi, görevliler veya bir başkası değildir. Fıtraten Raskolnikov’a benzeyen bir sarhoşun kızı olan Sonya’dır. Katil olduğunu ilk olarak Sonya’ya itiraf eder. Sonya bu duruma çok üzülse de Raskolnikov’a merhamet etmekten geri de durmaz ve ona İncil’de geçen Lazarus’un hikayesinden bahseder. Lazarus hastalanıp hayatını kaybeder. Yakınları mezarının başında yas tutarken Hz. İsa da mezarın başındadır. Mucize ile Lazarus’u diriltir. Koyu bir dinsiz olan Raskoln ilk başta Lazarus’un hikayesine bir anlam veremese de sonrasında Sonya’nın kendisine duyduğu merhamet ve bu hikaye arasında bir bağlantı kurar. Çünkü ikisi de bir noktada birbirlerine benzemektedirler. Lazarus bedensel olarak ölü, Raskolnikov ise ruhsal olarak ölüdür. Sonya ise Raskolnikov’un ruhunun dirileceğine inanmaktadır.
Sonya ruhunun dirilmesi için Raskolnikov’a ne yapmasını gerektiğini söyler. “Bir dört yol ağzına git, insanları selamla. Yere kapan ve toprağı öp. Çünkü sen ona karşı da suç işledin. Bütün dünyaya karşı ben bir katilim diye bağır. Ancak o zaman tanrı sana hayatını geri verecektir.” Raskolnikov Sonya’nın dediklerini harfiyen yapar. Ve adalete teslim olur.
Hapse giderken karmaşık duygular içerisindedir. Uzun zamandır hasret kaldığı huzurun yanında kendisine duyduğu öfke, yenilmişlik hissiyatını da taşır. En mühim olan ise artık vicdan azabı çekmeyecektir. İnkar etmekten yorgun düştüğü tabiatına sonunda teslim olmuştur. Bütün bunlara rağmen hala Sonya için çok şey ifade etmektedir.
Kurgusal Felsefe olarak da adlandırabilecek olan Suç ve Ceza bu alanın en iyi kitaplarındandır demek abartı olmaz. Ayrıca bambaşka bir anlatıcılık taşıyan bu kitapta günümüzde dahi gerçekte şahit olduğumuz hikayelerin bir izini bulabilmek mümkündür. Bu kitap “ben kimim” sorusunun fihristesidir. Bir insanın kendisine ne kadar yabancı kaldığı, fıtratını inkar edebildiği ve fiillerinden, tercihlerinden ötürü ödemek zorunda kaldığı bedellerden nereye kadar kaçabildiğinin detay anlatımıdır.
Suç ve Ceza’da herkesin kendisinden bir şey bulması çok olasıdır. Bir yandan olmak istediğimiz kişi diğer yandan ise olduğumuz kişinin mücadelesinin tanığı oluruz. Dostoyevski; “Olmak istediğimiz kişi fıtratımıza uygun kişi değilse o kişi olmak için hala uğraşmak fayda sağlar mı?” sorusunu bize sordurtur. Bunun uğruna fıtratımıza karşı çıkmak gerekir mi? Gerekiyorsa bedel ödemeye hazır mıyız?
Soru 1; Raskolnikov’un çektiği vicdan azabı bütün mantık kaidelerini yerine getirip öldürdüğü tefeci kadından ötürü müdür yoksa masum olduğunu düşündüğü Lizateva için midir?
Soru 2; her geçen gün bireyler olarak Raskolnikov olmaya aday mıyız? Nasıl?