Çocukluğunu özleyen var mı? Ya da çocukluğunu özlemeyen var mı? Ben çok özledim. Sabah erkenden oyun için dışarı çıkmalar, akşama kadar aç olduğumuz halde oynamalar, sokaklarda yankılanan sesler… Hepsini de çok özledim. Şimdi büromda oturmuş çocukluğumu düşünüyordum. Aslında çok iyi bir çocukluk geçirdiğim söylenemezdi çünkü maddi durumumuz hiç iyi değildi. Babam inşaatlarda çalışıyor, annem evlere temizliğe gidiyordu. Evimiz Tarlabaşı civarında bir gecekondudaydı. Üç kardeşle beraber tek göz evde yaşamak zorundaydım o zaman. Ama yine de çok özlüyorum o günleri.
Şu an bir şirketin sahibiyim. Üç fabrikam, iki holdingim ve iki bine yakın çalışanım var. Bugünlere gelişim tabi ki kolay olmadı. Her gün mahallede kavga eder ve muhakkak dayak yerdim. Tek bir elbisem vardı. Giyilmekten artık rengi solmuştu. Hiçbir öğün karnımız doymazdı. Ama yine de çok mutluydum çok. Derdim yoktu. Açtık ama toktuk. Açıktaydık ama yeryüzünün tamamı bizimdi sanki. Sokaklar bizimdi hep. Hayattan tat almayı biliyorduk. Üstüm yamaydı ama içim tamdı. Her şeyimiz eksikti belki ama dert etmiyorduk.
Şimdi düşünüyorum da nerden nereye gelmişim. Tek göz evden villalara, açlıktan tokluğa, yokluktan varlığa gelişimi düşünüyor ve aklım bir türlü almıyordu. Hiç unutmam. Bir gün okulda kalemim olmadığı için bir hocamız beni çok dövmüştü. Şu an benim kızımın sayısız kalemi var. Hem de renk renk, çeşit çeşit… Ömrümde hiç iki çift elbisem olmadı. Bir tanesi tam yırtılmadan diğeri alınmazdı. Şu an ayda her çalışanıma iki çift elbise hediye ediyorum. Ama yine de çok mutluydum o zamanlar çok.
Bayramlarda çok sevinirdim. Herkes en iyi elbisesini giyer sokağa çıkardı. Ama benim başka bir alternatifim yoktu. Sonra dayanamazdım. Ben de çıkardım dışarı. Ama öncesinde namazdan gelen babamın elini öperdim. Anneme sarılıp elini öptükten sonra kendimi sokağa atardım. Çocuklarla evlere şeker toplamaya giderdik. Şimdi bakmayın herkesin beton yığınları arasında yalnızlıktan kahrolduğunu. Komşuluk vardı o zamanlar. Herkes herkesi tanırdı. En çok da beni tanırlardı. Çünkü her gün yaramazlık yapardım. Eve sadece geceleri gider, akşama kadar ya top oynar ya da Karaköy’e iner balık avlardık. Çocuklarla şeker topladıktan sonra o şekerleri sayardık. Kimin şekeri en çok çıkarsa o aramızda en çok itibar görürdü o gün.
Sokak hayvanlarını çok severdim. Onlarda beni çok severdi. Hele kedilerin kucağımda uykuya dalması yok mu sevinçten ne yapacağımı bilmez kedi uyanana kadar onu rahatsız etmezdim. Bir gün yerde bulduğum bir ekmek parçasını yerken bir köpek yanıma yaklaşmış aç olduğunu ima ediyordu. Çok aç olmama rağmen ona vermiştim ekmeği. O zamanlar öyleydi. Önce kendini değil yanındakini düşünecektin. Belki de en çok onun için özlüyorum o günleri.
Pazar günleri benim için havalara uçma günüydü. Çünkü okul yoktu ve pazar kurulurdu bizim mahalleye. Babam evde olurdu çoğu zaman o gün. Kardeşlerimle beraber pazara gidip meyvelere ve elbiselere bakardık. Ben en çok da muzu severdim. Eğer büyüyüp kocaman adam olursam muz bahçesi satın alacağımı hayal ederdim. Kardeşim Ayşe elmayı, Musa kirazı, Zehra da en çok elmayı severdi. Hayallerimiz bile çok fakirdi ama yine de çok mutluyduk. Akşama kadar pazarda bekler pazar kapanınca da çürük meyveleri alıp poşetlere koyardık ve eve getirirdik. Çoğunlukla getirdiklerimiz ucuz meyveler olurdu. Ama içinde hiç muz yoktu. Çünkü muz çok pahalıydı ve çürük olsa dahi atılmazdı. Muzun çürüğü bile çok lezzetliymiş, öyle diyordu okulda hocalar. Olsun üzülmezdim. Büyüyünce nasıl olsa muz bahçem olmayacak mıydı? Olacaktı elbet.
Annem bize çok kızardı. Elbisemi kirlettiğim zaman çok döverdi beni. Ama benim çocuğum olunca onu dövmeyeceğimi söyleyip rahatlardım. Bazen açlıktan dayanamazdım. Anneme aç olduğumu söylerdim. Annemde dayanamaz ağlardı. Ben de çok üzülürdüm anneme. Susardım. Ama çok mutluydum çok.
İlkbaharda çiçekler açılınca onları koklar, ağaçlara çıkardık. Meyve ağaçlarını çok severdim. Ama bizim ağaçlarımız yoktu. Komşular da ağaçlarına çıkmama izin vermiyordu. Çaresizce akşam olmasını bekliyordum. Akşam olunca da habersiz çıkardım ağaçlara. Bir gün hiç unutmam mahallenin en sevilen amcası Yaşar amcanın bahçesine girmiştim. Erik ağaçları vardı. Ağacın en tepesine çıkıp erik topluyordum. O kadar lezzetli tatları vardı ki ekşiliğin tadı bile hala dilimde duruyor. Tam o anda aşağıdan bir sesin bana aşağı inmemi istediğini duyar gibi oldum. Yanılmamıştım. Yaşar amca çok sinirlenmişti. Ben korka korka aşağı inerken başıma gelecekleri şimdiden düşünüyordum. Muhtemelen beni polise verecekti ve dayak yiyecektim. Ya da babama şikayet edecekti. Babam da beni dövecekti. Aşağı indiğimde Yaşar amca beni yanına çağırdı. Erikler elimden düştü ve yanına gittim. Elini kaldırdı. Muhtemelen bana vuracaktı. Ben de ağlıyordum. Ama öyle olmadı. Saçımı okşadı ve bana ismimi sordu.
– ‘‘Murat.’’ dedim. ‘‘Ne yapıyorsun?’’ diye sordu. Çok utanmıştım. Dünya sanki başıma yıkılacak gibi oldu ama yine de çok korkuyordum. Sonra Yaşar amca:
– ‘‘Oğlum hırsızlık kötü bir şeydir. Sakın ola ki hırsızlık yapma. Eğer canın erik çektiyse gel benden iste. Zaten eğer bir şeyin varsa bunu bölüşmezsen yeteri kadar insan olmamışsın demektir. Bunun için bir daha yapma tamam mı?’’ Yerin dibine batmıştım. İçimde ezikliğin en üst seviyesini yaşıyordum. Hırsızlık yaptığım için değil, izin almadan yemiştim. Yaşar amcanın iyi niyeti için yerin dibine batmıştım. Ağzımdan bir ‘‘Tamam’’ çıkmıştı. Ne olursa olsun artık kimsenin bir şeyini almayacaktım. Yaşar amca gerçekten mükemmel bir insandı. Bugün bana da bir şey öğretti. Ama en çok sevindiğim şey artık rahatça erik yiyecektim. Yaşar amca bana bir poşet dolu erik verdi. Havalara uçacak gibi oldum. Hem dövülmekten kurtulmuştum hem de bir poşet eriğim olmuştu. Böyle iyi niyetli insanımız vardı işte. Onun için çok özlüyorum çocukluğumu, çok.
Çok mutluydum o zamanlar. Hayattan ders çıkarırdım sürekli. Kabına sığmaz biriydim. Nerede bir şenlik varsa nerede bir düğün varsa ben oradaydım. Hiç tanımadığım kişilerle bile tanışır onlarla arkadaşlık kurardım. Şu an şirkette benimle çalışan Naci ile o zamanlar böyle tanışmıştık. Ben o gün Kasımpaşa’ya gitmiştim. İki sokağın ortasında bir çocuğun iki kuşu uçurttuğunu ve onlarla konuştuğunu gördüm. İlgimi çekmişti bu durum. Yanına yaklaştığımda ismini Naci olduğunu ve taklacı kuşları olduğunu söyledi. Hatta evde çok varmış bu kuşlardan. İçimden keşke bir tane de benim olsa dedim. Naci sanki içimdekilere tercüme olmuş da beni duymuştu. Öyleydi o zamanlar. İnsanlar temiz niyetliydi. Kim ne ise öyle kalıyordu. Yapmacıklık yoktu o zaman. Naci de benim halimi anlamıştı ve bana bir kuş verdi. Şu zamanda kim tanımadığı birine en değerli varlıklarından birini verir? O zaman öyleydi işte. Çocukluğum öyleydi.
Şu an oturmuş bunları tekrar yaşarken yaşadığımız değişimi düşündüm. Gerçekten çok değişmiştik. Eskiden bizim mahallede biri et aldığı zaman kimse görüp de canı çekmesin diye et poşetinin etrafını kağıtla örterdi. Kimse yediği içtiği şeyi göstermezdi. Ayıp sayılırdı. Yokluk vardı ama hepimiz varlıktaydık sanki. Kimse halinden şikayet etmez herkes kıymet bilirdi. Sokaklar cıvıl cıvıldı. Çocuklar sokakta korkusuz oynar, pencereden pencereye konuşmalarımız vardı. Temiz aşklarımız vardı. Dokunmadan, kirletmeden severdik. Aşk kokulu mektuplarımız vardı. Çok özledim o günleri çok.
Şu an evinde sokağa ayağı değmeden yaşayan çocuklar var. Acıyorum bu hale. Çocukluğumda sokak oyunlarımız vardı. Körebemiz vardı. Mahallede kızlı erkekli futbol maçı oynardık. En çok kavga da burada olurdu. Mahallenin Muhsin abisi hep beni döverdi bu maçlarda. Neymiş efendim çok iyi futbol oynuyormuşum. Üç korner bir penaltı oluyordu. Akşam oynadığımız saklambacın verdiği zevki şu an bu şirketin trilyonluk hisseleri veremez bana. Benle Musa sürekli elbise değiştirir ve ebeye çanak çömlek patladı yapardık. Birdirbir oynarken en çok da yastık olmayı tercih ederdim. Bizim köyün imamı lafına da gülerdik. Bizim köy yoktu çünkü. Biz doğma büyüme İstanbulluyduk.
Mahallede sevgi vardı. Saygı vardı. Kimse kimseye üstten bakmazdı. Zengin olsun fakir olsun herkesin değeri birdi gözlerde.
Biz de televizyon yoktu. Bazen akşamları komşulara giderdik ailecek. Yeşilçam filmleri izlerdik. Ben bayılırdım bu filmlere. Ahu Tuğba ve Kemal Sunal’ı çok severdim. Şaban’ın şakalarına saatlerce gülerdik. Ertesi gün bütün çocuklar tekrardan bu filmlerden bahseder ve birbirimize bu filmlerin oyuncularının isimleriyle hitap ederdik. Bana ‘Badi Ekrem’ lakabını vermişti arkadaşlarım. Şener Şen benim idolümdü. Şu an bile Şener abimin büyük bir fotoğrafı bulunuyor bende. çok özlüyorum o günleri, çok.
Çocukluğumun mahalle bakkallarına girmek şu anki AVM’lere girmekten kat kat daha havalı bir şeydi. Bazen Yaşar amca bize çikolata alır getirirdi. Üç gün yemezdim onu. Ya biterse diye korkardım. Küçük bir çikolata bile benim için altınlarla dolu çuvaldan daha kıymetliydi. Çünkü kıymet biliyorduk. Çöpe atmak ne demekti bilmezdi hiç kimse. Arta kalanlar sokak hayvanlarına verilir. Fazla olan bir şey varsa komşulara verilir. Asla bekletilmezdi bir şey. Yoksa bereketi kaçardı.
Mahallede bir cenaze varsa bütün televizyonlar kapatılır. Herkes cenaze evine gelirdi. Büyüklerimiz cenaze evine yük olmasın diye her işlerine koşarlardı. Aramızda para toplayıp cenaze masraflarını öderdik. Bir sevinç ve mutluluk varsa hepimizin haberi olur ve topluca sevinirdik. Mesela bir seferinde komşumuzun kızı Melek abla doktor olmuştu. O gün o kadar mutlu olmuştum ki anlatamam. Mahalleli tebrik etmeye Nezahat teyzenin evine gitmişti.
Riyakar bir yüz yoktu kimsede. Herkes olduğu gibiydi. Aldatma yoktu. Başkasını sırtından vurma yoktu. Muhabbet vardı. Dertlere ortak olma, sevince ortak olma vardı. Huzur vardı. Geçinme vardı. Samimiyet vardı. Kimse birbiriyle ilgili kötü şeyler düşünmüyordu. Herkes herkesi seviyordu. Selam meşhurdu o zamanlar. Çok özledim o günleri, çok.
Bakıyorum ama şu an bunlardan hiçbir iz yok. Artık tatmin olmayan kalpler var. İkiyüzlü insanlar var. Yalnızlık var. Her şeyi gösteriş olan bir gençlik var. ‘Bana ne’ diyen bir insanlık var artık. Sokağın ruhu kalmadı. Çok zengin olduk ama tatmin olamadık. Çok okulumuz oldu ama çalışma azmimiz kalmadı. Nüfus olarak arttık ama komşuluk ilişkilerimiz yok oldu. Teknoloji gelişti, mesafeler kısaldı ama gönül mesafelerimiz çok uzadı çok. İnsani duygularımıza örtü örüldü.
Gözümden yaşlar boşandı. Böyle bir hayatta mücadele ettim, okudum. Üniversite bitirip iş kurdum ve çok zengin oldum. Hayatta hayal bile edemediğim bir zenginliğim oldu ama telaştan aileme bile vakit ayıramıyorum. Çocuklarımı rahatça koklayamıyorum. Her gün iş yüküm artıyor. Ülkeden ülkeye iş seyahati yapıyorum ama hiçbiri bana o günlerin zevkini vermiyor işte. Evet maddi güç çok ama içimdeki manevi güçlerin bağları çok zayıfladı. Bu her şeyin yalan olduğu zamana gelmenin bu kadar zor olduğunu bilseydim hep çocuk kalmak isterdim. Hiç büyümezdim.
Ayağa kalktım ve evime doğru gitmek için dışarı çıktım. Şoförüm kapıda bekliyordu. Ama canım arabaya binmek istemiyordu. Biraz yürümek istedim. Zaten eve yarım saat uzaklıktaydı evimiz. Şirketimi bizim eski mahalleye kurdum. Böylece çoğu çalışanım benim mahallemdendi. Evim de mahallenin öbür tarafındaydı. Mahalleye vefa borcumu unutmadım. Mahallemize iki yeni cami yaptırdım. Kadınlarımızın evinde sıkılmaması için halı dokuma atölyesi yaptırdım. Böylece hem kadınlarımız halı yapacak hem de para kazanacaklardı.
Köşede duran bankın üzerinde oturdum ve bu insan seline baktım. Yalnızlaşan ruhumda açan çığlıklarla içime attım her şeyi. Ne olmuştu bize böyle, neden bizi biz yapan her şeyden yüz çevirmiştik? Halbuki aradan asırlar geçmemişti? Topu topu yirmi sene olmuştu. Yirmi senede bir toplum bu kadar mı değişirdi?
Artık yapacak bir şey yoktu. Bundan sonra mali gücümü milletim için harcayacak ve aileme daha fazla vakit ayıracaktım. Bugünlerin de kıymetini izleyecektim. Çünkü yirmi sene sonra bugünlerin de özlemi olacak içimde? Onun için artık zamanımın kıymetini bilecek ve geçmişimi de unutmayacağıma dair söz verdim kendime. Kim bilebilir belki de bugünler en iyi günlerimizdir? Belki de seneler sonra bugünlere hasret kalırdık. Onun için insan her şeye ve her zamana ayak uydurmalıdır. Ama yine de çocukluğumu ve bende bıraktıklarını unutamıyorum. Kim bilir seneler sonra belki bugünleri de özleriz?