Bugün yine sessizce dolaştım,
Çocukluğumun sokaklarını.
Yüzümü aradım,
Yorgun insanların yüzünde.
Demirci Yusuf’un dükkanından yükselen balyoz sesleri,
Önümde kaçak çay,
Mekan Çavuşun kahvesi,
Etrafımda dostlar,
Zaman muhabbetin tam ortası.
Burnumda tütüyor
Sütçü Hasan’ın kıymalı yumurtası.
Dağlarda sevinç çığlıkları,
Gençler iniyor tepelerden,
Sırtlarında çoğan çuvalları,
Kurt ulumaları uzaklardan,
Ve Nergis kokuları.
Kandil gecelerinde melek sanırdım,
Pervazlara konan güvercinleri.
Sevdiğime hiç çiçek alamadım,
Ne çingene kızları vardı kasabada,
Ne de çiçek pazarı.
Eter ve klor kokan okul laboratuvarı,
İspirtoyla yazılan teksirler,
Bir mikroskop, kurbağa bacağı,
Ve soğan zarı.
Rüzgâr esiyor, ıslıklar çalarak,
Yağmurlar siliyor
İşlik duvarına tebeşirle yazılan yazıları.
Sonra İlhan beliriyor yokuşta, koltuğunda boş iki tepsi,
Yüzünde belirli belirsiz bir sevinç,
Belli ki erken satmış
Emine ablanın leziz pastalarını.
Korali amca küçük kulübenin önünde hasbihal ediyor dostlarla,
Abdi amcanın bahçesinden
Yeşil erik aşırıyor çocuklar,
Ninemin sandığından çıkan
Kuru üzüm ve hurmalar,
Ve nakışlı mendile sarılı ayna,
Kalplerde yamalı sevdalar.
Tıraş olurken eşlik ediyor gençler,
Ede’nin şen şakrak kahkahalarına,
Koca yürekli insanlar yürüyor sokaklarda,
Yüzlerinde tebessüm.
Selamlaşıp kucaklaşıyorlar,
Herkeste tatlı bir bayram telaşı.
Kurutulmuş ekşi elmalar serili damlarda,
Bir dağ başı yalnızlığıyla,
Eski komşuların yüzünü aradım
Buğulu camlarda.
Aşina sesler duyuyorum,
Yağmur damlalarının arasında,
İğde kokan kerpiç duvarlı sokaklarda.
Boynu bükük bir ters lalenin
Hüznünü yaşadım,
Oturup bir çay içtim
Üzerine çakıyla kalpler kazınmış,
Ayağı kırık tahta masada.
Çocukluğumu aradım,
Artık göğü mavi olmayan
Bu kasabada.
Bugün yine sessizce dolaştım,
Çocukluğumun sokaklarını.
Kalabalıkta yürüyen insanlara
Baktım anlamsızca,
Belki aşina yüzler vardır diye,
Caddelerde eski simalar.
Duvarlarda el işlemeli şahmeran resimleri yok,
Üzerlikler tarih olmuş çoktan.
Sofralarda Sümerbank’tan alınmış
Çiçek desenli porselen tabaklar yok,
Mutfakların baş köşesinde,
Tabakların bir sanatçı ruhuyla
Dizildiği tahta raflar yok.
Yanan sobanın şişlerine asılan
Pantolondan damlayan
Suyun cızırtısı,
Margarin tenekelerinde yetiştirilen rengarenk çiçekler yok.
Çocukların ellerinde,
Direksiyonu Penisilin kapaklarıyla süslenmiş,
Tel arabalar.
Evlerin önündeki dibeklerde,
Buğday döven kadınlar yok.
Mahallenin tek çeşmesinin başında
Muhabbet eden kızlar,
İri bulgura daldırılan tahta kaşıklar,
Ebem gümecinden sarma yapan
Gelinler de yok artık.
Grapon kağıtlarından yapılan süsler,
Öğretmenlerini görünce,
Duvarların ardına saklanan
Siyah önlüklü çocuklar yok.
Lezzet lokantasının önünde,
Buyurun buyurun diyen,
Aziz Usta’nın sesi yok.
Mihrab’ın kahvesinin önündeki
Arktan akan su yok.
Toprak damlara dayalı,
Merdivenlere kurulan salıncaklarda
Sallanan çocuklar yok.
Değirmen deresinde buğday öğütenler yok,
İftar saatlerinde top da patlamıyor artık.
Düşlerim bile bu şehir kokarken,
Çocukluğumu aradım,
Artık göğü mavi olmayan
Bu kasabada…