Çocukluğun Memleketine Veda

Merve Hodancı 548 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Kursağına zorla sığdırdığı o bir lokma takılıp kalmıştı. Koca bir yumruk bütün gücüyle bağrına çökmüştü de nefesini almasını bile bir eziyete dönüştürüyordu. Elinde helva tabağı külçe gibi ağırlaşmış, bileği kopacakmış gibi zangır zangır titrerken kupkuru, ifadesiz gözleri elli yıllık halının üstündeki desenlerde takılıp kalmıştı. Açıklı koyulu yeşiller, turuncular, sarılar, siyah çerçeveli çizgiler içinde değişik figürler oluşturuyor; laleler, sümbüllerle bezeli sarmaşıklar halının her bir köşesini kaplıyordu.

Derken zamanın içinden bir ses duydu sanki, beraberinde hafif ama derinden gelen bir koku, sakin, adeta ılık ılık akan bir ses vardı. Bu ses git gide yaklaşan bir bulutla beraber yanına kadar gelip en sonunda bir çocuk suretine dönüşmüştü; meraklı, afacan bakışları, çırpı gibi bedeniyle çocuk Tarık’tı bu. Artık büyüyüp koca adam olmuş, evlenip çoluk çocuğa karışmış yetişkin Tarık’ın kaba saba elinden tutmuş yanında serçe gibi kalan minicik elleriyle, onu bir tüy hafifliğiyle havalarda uçurup uzaklarda, koca adam Tarık’ın yıllardır ayak basmadığı, eşiğinin önünden dahi geçmediği bir yere götürüyordu. Bu yer, ikisinin de çok iyi bildiği, özledikleri sıcacık bir yere açılıyordu; baba ocağına…

Çocuk bedeni içinde Tarık, gözünü açtığı sabahın erken saatlerinde, hemen ilk iş televizyonu açar, onun gibi erkenci çocuklar için gösterilmeye başlanan çizgi filmleri kaçırmadan büyük bir merakla izlerdi; he – man, batman, ninja kaplumbağalar, power rangers, bugs bunny, silvester, twety, spider man hatırında kalan isimlerdi, ama en çok spider man’i severdi, örümcek adam gibi binaların arasında salına salına gezip suçluları kovalamak nedense havalı gelirdi. Çizgi film saati bitmeye yakın veya bazen de başında ablası uyanır onunla sabahın bu tenha saatinde çizgi film izleme zevkini tadardı. Sabahın o soğuk vaktinde anneleri kalkar, üstüne bir kazak alırken çocuklarına üstlerine yün yorganlarını sıkı sıkı örtmelerini de tembihlemeyi unutmazdı. Yavruları için o dondurucu soğukta bahçenin ta öteki ucuna gidip kömürlükten odun, kömür ve sobayı tutuşturmaya çıra almak için gider ve her kış sabahı bunu üşenmeden yapardı. İki oda bir aradan oluşan bu tek katlı kerpiçten ev yavaş yavaş ısınırken mutfakta kahvaltı hazırlığı yapan annelerinin tangır tungur sesleri gelirdi. Bütün heyecanı süren spiderman’in maceraları ise o sesler eşliğinde garip bir tezatlık oluştururdu.

Biraz sonra sıcacık çayın ve kahvaltıda en sevdikleri yiyecek olan çikolatanın geleceğini bilmek insana garip bir mutluluk veriyordu. Yün yorganın ağırlığı altında artık sobanın yaydığı sıcaklıkla mayışmışken, mutfaktan gelen tıkırtılar evde işlerin yolunda gittiğinin ve her şeyin kontrol altında olduğunun güvencini veren haberciydi. Derken yavaş yavaş kızartma kokuları sarmaya başlardı etrafı, yeni kesilmiş domates ve salatalığın tazeliği ferahlık verir, parlak zeytinlerin inci gibi dizilmiş duruşu ve yanında kardan bir dağ gibi duran beyaz peynir boy gösterirdi. Bahçeden vişne ve mis kokulu gül reçeli, babaannesinin el emeği erik pestili, kuşburnu marmelatı sofrada olmazsa olmazlardandı. Beyaz üstüne siyah işlemeli sofra yaygısı serilir, rengârenk desenli büyük emaye sinide özenle dizili malzemeler geldiğinde artık kahvaltı hazır demekti. Artık tuvalete gidip ellerini yüzlerini yıkayıp sofraya oturma zamanı gelmişti. Sofra başında bağdaş kurup otururken yenen o bir dilim ekmeğe sürülmüş çikolata ve yanında içilen ılıtılmış çocuk çayı mıydı insana o sıcaklığı veren, yoksa o güvenli sığınakta korunup kollandığını bilmek miydi? Bilemiyordu insan. Ama ne zaman böyle bir yer sofrasına oturduğunu hayal etse, kulağında bardağına koyduğu şekeri karıştırırken şangır şungur çıkan sesleri, annesinin güvenli ve sıcacık varlığını, televizyonda akıp giden çizgi filmin heyecanlı sahnelerini hatırlamaktan kendini alamazdı.

İşte bir Pazar sabahı böylece geçip giderdi çocukluğunun memleketinde..

Baba ocağının sonsuza dek kapandığı bugünde, ellerinde Kuran-ı Kerimlerle durmadan, defalarca Yasin suresini okuyan başları ak çarlarla örtülü bir oda dolusu yaşlının mırıl mırıl okuduğu dualar, huşu içinde seslendirdikleri ilahiler kulağında bir fon müziği oluştururken, ilk kez gerçekten o anda anladı; bugün ‘‘son’’ du… Çocukluğunun memleketine veda etmenin vakti gelmişti. Bir daha hiç sığınamayacağı, kapısını aşındıramayacağı bir yuva; içinden çıkamadığı bütün bu gerçekliğin kirliliğinden, omuzlarındaki yükün ağırlığından bunalıp da soluklanmak istediği bir omuz; imdat çığlığını duyacak bir çift kulak; içten bir ‘‘nasılsın’’ diyecek bir ses bulamayacaktı. Yüzüne ilk kez bir tokat gibi çarpan bu gerçeğin karşısında bütün metanetinin uçup gittiğini, gardının tuzla buz olduğunu hisseden koca gövdeli adam, sadece yaşayanların bilebileceği bir yangınla yanarken, saçlı sakallı haline bakmadan, bütün gerçeği idrak etmenin verdiği derin çaresizliği iliklerine dek hissederek ilk kez ağladı, omuzları sarsılarak katıla katıla. Her bir damlası kor olup yüreğe düşen, sonu gelmez gözyaşlarıyla…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version