Bu sabah hava biraz kapalı sanki. Zira ev karanlık. Olsun. Tatil günümü, havanın kötü olması bile mahvedemez. Günlerdir pazar günü gelsin diye bekliyorum. Karanlıkta evden çıkıp kapısından girdiğim büyük ve kasvetli binada gün yüzü görmeden çalışıp, yine karanlıkta eve dönüyorum. Ne tuhaf, meğer ben aydınlık görmeden yaşıyormuşum. Gündüzü görme şerefine nail olacağım tek günde de hava kapalı diye keyfimi hiç kaçıramayacağım.
Hemen kalkıp hazırlandım. Çantamı, beremi, şemsiyemi aldığımdan emin olduktan sonra attım kendimi dışarı. Bütün gün masa başında çalışmaktan iyice hareketsiz kalıyorum. Önce sahilde bir yürüyüş yapıp, deniz havasını, mis gibi oksijeni ve iyot kokusunu içime çekeceğim; sonra da şirin bir kafede kendime kahvaltı ısmarlayacağım. Yürüyüş yoluna ulaşınca hem tempolu bir şekilde yürümeye hem de zihnimin derinliklerine doğru bir yolculuk yapıp, kendimle hasbihal etmeye başlamıştım ki yağmur damlaları da zarif bir kelebek gibi yüzüme dokunmaya başladı. Çiseleyen yağmura aldırmadan yürümeye devam ettim. Az sonra yağmur hızlandı. Ben de adımlarımı biraz daha sıklaştırdım. Böyle yağmaya devam ederse, daha fazla yürüyemeyeceğimi düşündüm. Fazla ıslanmadan gitmek istediğim kafeye ulaşmak istiyordum. O anda yolun kenarında duran yaşlı baloncuyu gördüm. Elindeki rengarenk uçan balonları bu soğuk havada satmaya çalışıyordu. Böyle bir havada kimse durup balon almak istemiyordu. Balonları görüp annesinin elini çekiştiren küçük kızı da, bir eliyle kızının elini tutup, diğer elinde telefonla sürekli ekranı kaydıran annesi duymadı. Kızcağız hüzünlü bir yüz ifadesiyle balonlara bakarak uzaklaşmak zorunda kaldı.
Yaşlı baloncuya bakarken gözlerim doldu. Dedemi son gördüğüm gün geldi aklıma. Sekiz yaşıma kadar dedemle tanışmadım. Dedem kalp mütehassısıymış. Ben doğmadan önce emekli olmuş. Hem otoriter hem de müşkülpesentmiş. Bundan mütevellit de kızını çok özenli yetiştirmiş. Kimselere layık görmediği kıymetlisinin babamla evlenmesini hiç istememiş. Annem, babamla dedemin onaylamamasına rağmen evlenmiş. Dedem, “O adam sana hiç uygun değil, bu mütenahi bir evlilik olur.” dese de annem onu hiç dinlememiş. Henüz bir işi bile olmayan babamla, dedemin katılmadığı bir nikah töreniyle evlenmişler. Babamla annem ben yedi yaşındayken ayrıldılar. Dedem annemle bu yıllar içinde hiç görüşmemiş ama boşandığını duyunca beni görmek istemiş. Ne de olsa et tırnaktan ayrılmıyor. Anneanneme, “Bu kızı hiç affedemiyorum ama hayattaki tek torunumu da görmeden ölmek istemiyorum.” demiş.
Bir öğleden sonra annem bana, “Seni dedene götüreceğim.” dedi. Daha önce bana dedemden bahsetmişti ama onu ilk kez görecektim. Onu görmeye yine bu sahile gelmiştik. Dedem yaşlı, oldukça iri yarı, kır saçlı, kır bıyıklı ve sert görünümlü bir adamdı. İlk anda biraz korktum ama birlikte biraz zaman geçirince aslında çok iyi biri olduğunu anladım. O günden sonra dedemle sık sık görüştük. Onu son görüşümde bana rengarenk birkaç uçan balon ve yanında da sevimli köpeği Baron’u getirmişti. Görüşmemizin ertesi günü, onun gece kalp krizi geçirerek vefat ettiğini öğrendik. O günden beri uçan balonlar beni hep hüzünlendirir.
Bu anılara dalmış, hızlı hızlı yürürken birden ulaşmaya çalıştığım kafeye geldiğimi fark ettim. Hemen içeri girdim. İçerdeki sıcak havanın, mis gibi kahvenin ve çeşit çeşit hamur işlerinin kokusu beni benden aldı. Kahvaltımı sipariş ettim ve o hazırlanırken tekrar dışarı çıktım. Koşarak yaşlı baloncunun yanına ulaştım ve elinde kalan son balonları satın aldım. Yüzündeki gülümseme ne kadar da çok dedeme benzetti onu. Kafeye dönerken gördüğüm çocuklara birer balon armağan ettim. Artık kahvaltımı gönül rahatlığıyla yapabilirdim.