Değeri Bilinmeyen Öğretmenlik

Gökçe Ateş 491 Görüntüleme Yorum ekle
4 Dak. Okuma

Zoruma gidiyor… Hem de çok zoruma gidiyor. Gözümle ve gönlümle görüyorum.

Mesleğini öyle çok seviyor ki. Gönlü öğretmenlik diye pır pır atıyor. Bir de görev sorumluluğu var tabi. Ne görev olursa yapıyor. Mesela haftada üç gün nöbeti var. Sanki ona vatanı emanet etmişler gibi öğrencilerini gözler. Ayakları ağrısa da, ağzı dili kurusa da yerini elinden geldiğince terk etmiyordu. Ama bu kadar fedakar öğretmen olmasına rağmen öğretmenliğe yeni başladığı için maaşı azdı. Ve bu durum onun çok zoruna gidiyordu. Ne yapacağını bilmiyordu.

Her şeye ve herkese rağmen mesleğini o kadar çok seviyordu ki o öğrenciler onun her şeyiydi. Onların ışıl ışıl bakan gözleri onun içini eritiyordu. Çok yorgun ve yoğun olmasına rağmen bir saat bile okuldan ayrı kalsa öğrencilerini, okulunu özlüyordu. Yakın zamanda da duygusal yoğunluk içini sarmıştı. Maaşı çok olupta öğretmenliği sözde olan öğretmenleri gördükçe içi sızlıyordu. Ama ‘‘Sizi çok seviyorum hocam, çok güzel anlatıyorsunuz, anladık hocam…’’ sözleri var ya onun için yeter de artardı. Sadece o da diğerleri gibi bir insan ve hakkını yedikleri için üzülüp sinirleniyordu.

Hocamızın içinde bir cevher var. Ama görmek büyük bir hüner ister. Ve çalıştığı okulda bunu gören idareciler var. Hocamız biraz sabırlı olup iyi yerlere geleceğini biliyor zaten. Sadece hep bekledi bu zamana kadar ve yine beklemek isteniyor ondan.

Kendisi de biliyor Allah bekletiyorsa güzelleştiriyor. Çünkü hocamız üniversiteden mezun olduğu yıldan itibaren beş yıl KPSS’ye hazırlandı ama o çok istediği hayali yani öğretmenlik nasip olmadı. Bir an bile vazgeçmedi. Hep çok çalıştı sınava ama her sınav sonrası bir hüsrandı. Öyle ki son yılda girdiği sınav sonucunda evini süpürüyordu. Eşi aramıştı sınav açıklandı diye. Hocamız zaman kaybetmeden hemen sonucuna bakmıştı. Bakmıştı bakmasına ama yine olmamıştı. Ceylan gözlerinden yaşlar boşanmaya başlamıştı hocamızın. Ağlama sesini kimse duymasın diye hemen süpürgesini açtı. Hüngür hüngür ağlayarak evini süpürmeye devam etti. Bir yandan da isyan ediyordu Allah’a. ‘‘Niye olmuyor Allah’ım neden…?’’ diye söyleniyordu. O da biliyordu yanlış yaptığını, olmuyorsa vardır bir hayır olduğunu ama kendini durduramıyordu. Çünkü o ağlamada gece gündüz çalışmak, gezmelere gitmemek, bacaklarının oturmaktan ağrıması… vardı. Yani kısacası çok büyük bir emek vardı.

Sınavdan sonra da bu okula denk geldi. Başvurdu. Stajyer öğretmen olarak işe alındı. Ama kendisi gibi yeni başlayıpta kendisinden yüksek maaş alan öğretmenleri gördükçe içi yanıyor sinirden, çünkü yine aynı şey, yani emeğinin karşılığını göremiyor.

Hocamızın branşını söylemedik ya. Hocamız Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni. Bir de öyle azimli ki… Yeni başlayan biri olmasına karşın okulda İstiklal Marşı yarışması düzenledi ve her şey istediği gibi oldu. Ayağına taş değdirmek isteyen bazı hocalar oldu tabi. Ve bu kişi maalesef kendi zümresinden olan zümre başkanıydı. Ama kendisine ve Allah’ına güvenen biri olan hocamız kimseye “eyvallah” etmedi. Yarışmanın sunuculuğunu da kendisi yaparak çok başarılı bir yarışma ortaya koydu. Sunum töreni arasına bir de Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” adlı şiirini seslendirdi. Bu şiirle birlikte okulda daha da ön plana çıktı. Çünkü kendisini kanıtlamış, kendisini göstermişti. Hatta idareden emeklerinden dolayı üst üste teşekkür aldı. Bu teşekkürler onu daha da mesleğine bağlıyordu. Ama kimse bunun farkında değildi…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version