Duvarın dibine oturmuş gelip gidenlere bakıyordu. İçinin acısı ruhunu yormuş, takati kalmamıştı. Ne olmuştu da bu kadar yanlışı peş peşe yapmıştı? Canı o kadar yanıyordu ki, insanların yüzünden ruhlarını görebiliyordu. Hüzünlüler daha büyük, daha renksiz, daha belirsiz yüzlere sahipti.
Bir anda etrafındaki renklerin kaybolduğunu fark etti, giderek daha karanlık olmuştu etrafı. Ne zaman ruhunda bir duygu yoğunlaşsa o zaman etrafını o ruh halindeki insanlar kuşatırdı. Yalnız değilim der avunurdu. Belli ki insanların kısmi küllisi hatalarının pişmanlığında yanıyordu.
Zaman ilaç olur, zaman şifa olur, zaman dert olur, telaş olur insana. İçinde miyiz içimizde mi bilemeden tükenir zaman sermayemiz. Aslında çok vagonlu bir tren zaman, hayatın yeknesak raylarına esir. Gürültülü ve sarsıntılı yolculuğuyla hırpalar ruhumuzu.
Gece geçtiğimiz yolları, karanlıkta ağaç ve ormanı içimize göre tasvir eder, bazan neşeli kahkahalara, bazan efsunlu karabasanlara yorarız. Bazan günlük güneşlik sahil kasabaları, bazan ıssız viran köy meydanlarını izleriz.
Yol son nefese kadar sürükler bizi. Zaman trenimiz mola vermez. Kah keyif, kah hüzün, kah neşe, kah endişe taşır bizi diyardan diyara.
Zamanla değişir demek budur aslında. Zamanla yolculuğumuz bizi sürekli taşıdığından, yerimiz, yurdumuz değişir, bakışımız, ufkumuz değişir, halimiz, tavrımız değişir, biz de zamana yükleriz bunları.
Zamanda değiştirebildiklerimiz de vardır elbette. Trenin içinde oturduğumuz yeri değiştirebiliriz, hop tüm bakışımız gördüğümüz değişir. Manzara, ışık, etki farklı olunca heyecan ve coşkumuz da farklı olur.
Kabul etmekten dem vuruyor uzmanlar, olanı kabul etmek. Hatta Byron Katie’nin ‘Olanı Sevmek’ kitabında ruhlara şifa olan çok kolay çözümlenebilen yöntemleri ile kabulleniş ile tedavi yöntem olarak işleniyor.
Ruhun arayışı, kıvranışı, ıstırabı netlikte huzur bulur. Olanı kabul etmek önce kişiyi ana yani bulunduğu zamana taşır. Hangi zamanda olduğunu fark ettikten sonra etrafında olanları görür ve kendini müşahede edebilir. Haliyle yüzleşip, içinin durumunu resmettikten sonra istek ve kurallarını seçebilir. İstemediklerini, hayır demesi gerekenleri, bir bir belirler, ayağa kalkar ve yürür.
Biz inançları olan insanlar en çok kadim bir öğretiye, ilahi bir nizama, rabbani buyruklar ve kutlu müjdelere inanmayanlara şaşırırız, zira hangi ipe tutunup hangi ışığa yürüyeceklerini bulamadıkları için savrulup gitmeleri kaçınılmazdır.
Trene kim hangi istasyonda biner, içeride kimlerle yolculuk eder, kiminle halleşir, kiminle selamlaşır, kimden ne alır kime ne verir bilinmez. Yol uzun yolculuk yorucu, yanına sohbete biri, dertleşmeye birileri gerekir.
Nerede ve nasıl övülür ve anlatılırsa anlatılsın insan sosyal yaratılmış, muhabbetle yenilenen, sevgiyle tazelenen, şefkatle ümitlenen, takdirle yücelen büyüyen bir canlıdır.
Hata eder, düşer, şaşar, yanılır, yorar- yorulur ancak güzellikle anlatılır, sabırla öğretilir, merhametle öğütlenirse hale yola gelir, düzelir elbet. Azıcık ihtimam, birazcık gayretle koruk üzüm şerbete, ham insan veliye dönüşür.
Yeter ki insan kendinden gayrı beşerin de insan olduğunu hatırlasın. Görsün kabul etsin.
Yedi diyardan yetmiş bin sesten kendini sev, kendine bak, önce sen, sadece sen, bir tek sen denilse de sesine ses, nefesine nefes ister insan ruhu ve en büyük mutluluk, mutlu ettiğinin gözlerindeki ışığı içine doldurmaktır.
Zaman bizi taşıyan sonsuz vagonlu bir tren. Bakış açımız, kararlarımız hatta bazan doğrularımız ve önceliklerimiz değişir. Bu bizim o koltuktan kalkmamızla başlar. Arayış tatminsiz ruhların işidir. Korkmadan yerini değiştiren, yolculuğu içinde yolunu izleyen, deyip dokunup üzerinde çalışanların bildiği bulduğu, görüp gösterdiği çok daha fazla ve besleyicidir.
Kalkıp etrafını, gördüğünü, tattığını, öğretileni biraz uzaktan inceleyip yeni ufuklara yürüyenlerindir hayat. Neresindeyiz bu dünyanın ve serüvenimizin esas gayesi nedir. Arayan ve bulmak için yorulanlarındır hayat…
Zaman rengarenk çiçekleri olan bir tren, ne kadar boyarsan o kadar ışıklı, ne kadar bezersen o kadar keyifli…
Değişir her şey, zamanla…
Değişme zamanı şimdi anla…