Deli Rüzgâr!
Hani öyle esip geçtiğini sanıyorsun ya, işte bu büyük bir yanılgı…
Geçmiyor!
‘En tanıdık ben gibisin’ ona bakınca kendinden bir şeyler buluyor olmana şaşırmıyorum. Hayran olunası benzerlik beni değil belki ama seni ürkütüyor, uzaktan izliyorsun, sessiz, zararsız, varlığını umursamaz hallerini.
Avuçlarına dökülen yaşlarla irkiliyor bedenin, sonra bir terennüm ‘ya her şeyin olayım ya da hiçbir şeyin.’ Belirsizlik, yakıcı bir akşam güneşi gibi kavurgan.
Söylesene deli rüzgâr, kimsin sen? Bu hırs, bu girdap neden, yazmaktan sıkıldığında “Yekten bahanelere sığınarak, hoyratça savurup attığın, kağıtlar değil ruhumdu bil istedim” demek geliyor içinden, sonra derin bir nefes çekip bir kaç kelime kurtarmış olmanın zaferiyle “Neyse ki buruşturup yakmadı” diyerek yudumluyorsun çayını. Boş vermiş bir tavır yurt kuruyor çehrene, ruh yorgunluğu inan, bedenle zerre bağı yok.
Sahi o kim?
O’ diye başlayan her cümlen yarım, tarifine tekrar gerekiyor.
Ah deli rüzgâr, tekrarlanmış hangi tarif anlatabilirdi seni. Sayende, bazılarının izlemekten hoşlandığı o görkemli ufuk, aynı anda bir diğerinin kasırgası olabiliyor.
Zaman zaman mutsuz olabilirsin lakin umutsuz olamazsın çünkü hüzünlü olduğunda gökyüzüne bakan, kayboldum yönümü bulamıyorum dediğinde yolunu aydınlatan muhteşem bir rehbere sahipsin.
Şimdi diyorsun ki;
Ona dair kurulan her cümle noktasız kaldı. Yok, yokluğunda bile var.
Hayat denen yaşantının hangi demindesin.
Son mu?
Yoksa bir başlangıcın eşiğinde takılıp kalmanın endişesi mi. Korku ve kaygıya esir edilecek bir emanetin bırakıldığını sanıyorsan yanılıyorsun, tökezlediğin an kalkmayı da bilmelisin.
Karanlık çöktü bak, bugünde küstü güneş. Neyse ki yıldızlar var, hedefe ulaşmanın hayali kadar olmasa da, ışıtıyor yalnızlığını, sonra şöyle diyorsun nasılsa O var “Ol” diyen var, yalnız Ona ve kendine inan.
Konuk Yazar: Hülya KOÇ