Çok uzun yıllar önce, belki bugün belki de dün iken, dağların ardındaki sıra dağlarda bir dev yaşarmış. Bu dev, köylerde yaşayan halka zulmedermiş; tarlalardaki ekinleri, ovalarda otlayan hayvanları alıp yerlermiş. Köylüler artık ne yapacaklarını bilmez halde, bu duruma bir çare bulmak için bir araya gelmişler. İçlerinden bir genci seçip büyük şehre göndererek onlara yardım edebilecek birini bulmasını istemişler.
Genç, atına binip köyden uzaklaşmış. Onun dönüşü aylar sürmüş. Bu sırada dev, ne yemek için bir buğday ne de sütünden ve etinden yararlanılacak bir hayvan bırakmış. Köylüler, ya açlıktan öleceklerini ya da devin eline düşeceklerini düşünmeye başlamışlar.
Bir sabah, genç köyüne yaşlı bir derviş ile dönmüş. Köylüler şaşırmış ve alaycı sözlerle:
“Ey delikanlı, biz senden bir çare getirmeni beklerken sultanın askerleri ile geleceğini ummuştuk. Oysa sen ne asker kadar güçlü ne de genç delikanlı gibi çevik biri getirmemişsin. Bu yaşlı derviş bizi devden kurtaramaz; en iyisi biz şimdiden ölümümüze hazırlanalım.” demişler. Umutsuzluktan başlarını yere eğmişler.
Derviş, atından inmiş ve köylülere sakin bir sesle; “Bana bir somun ekmek, biraz sirke ve biraz da tuz verin. Sonra beni devin yaşadığı yere götürün. Gerisini Allah’a bırakın,” demiş.
Delikanlı, dervişe dönüp şaşkınlıkla; “Bir somun ekmek, sirke ve tuz mu? Dev gibi bir varlığa bu kadar basit şeyler mi götüreceksiniz? Bu hikmeti anlamadım, efendim,” demiş.
Derviş gülümseyerek yanıtlamış: “Ben, Somuncu Baba’nın yanında müridi olarak yetiştim. Onun yaptığı ekmekler köylülerin karnını doyururdu. Peygamberimiz (s.a.v.) de ekmeğini sirkeye ve tuza banarak yerdi. Biz de öyle yapardık, elbette burada bir hikmet vardır.” demiş.
Köylüler, dervişin bir bildiği olduğuna inanarak onu evlerine misafir etmişler. Hanımlar, son kalan undan kocaman bir somun ekmek yapmış, kenarda köşede kalan sirke ve tuzu da dervişe vermişler.
Ertesi sabah gün ağarırken, derviş ekmeği, tuzu ve sirkeyi bohçasına koymuş, atına binmiş. Fakat köylüler devden korktukları için onu devin yaşadığı dağa götürmek istememiş. Yalnızca delikanlı götürebilecek cesareti bulmuş. Delikanlı; “Sizi devin yaşadığı dağın eteğine kadar götürebilirim ama sonra yalnızsınız.” demiş. Derviş kabul etmiş ve yola koyulmuşlar.
Önden delikanlı, arkadan derviş; bir gün bir gece yol almışlar. Gün ağarırken delikanlının atı huzursuzlanıp ilerlemek istememiş. Delikanlı; “Yolun sonu burada, derviş. Bu büyük ağaçları geçince devin yaşadığı yere varırsınız. Aman dikkatli olun.” demiş. Derviş gülümsemiş;
“Senin de yolun açık olsun, evlat.” diyerek atını bir ağaca bağlamış. Delikanlı istemeyerek de olsa dervişi orada bırakıp köyün yolunu tutmuş.
Derviş, güneş ışığının bile girmediği koca çam ağaçlarının arasından geçip bir tepeye varmış. Etrafına bakınmış ama devi görememiş. Yere sofra bezini sermiş, bohçasından ekmeği, sirkeyi ve tuzu çıkarıp sofrayı hazırlamış, sonra da beklemeye başlamış.
Çok geçmeden yer titremiş ve gür bir ses; “Ekmek kokusunu alıyorum!” diyerek dervişin yanına gelmiş. Dev, dervişin korkmadığını görünce;
“Seni yiyeceğim, ihtiyar!” demiş.
Derviş sakin bir şekilde; “Önce bir otur da şöyle seninle konuşalım,” demiş. Dev şaşırmış bir süre dervişe bakakalmış, sonra dervişin karşısına oturmuş.
Dev ekmeğe uzanırken derviş; “Bir dur hele. Bir ‘Bismillah’ de önce.” demiş. Dev ilk başta önemsememiş ama derviş birkaç kez aynı sözü tekrarlayınca,
“Bismillahirrahmanirrahim,” بسم الله الرحمن الرحيم demiş.
Dev, dervişin bölüp verdiği yarım ekmeği, sirkeye ve tuza batırarak yemeye başlamış. Birkaç lokmadan sonra, hayatında ilk kez karnının doyduğunu hissetmiş ve;
“Sanırım doyuyorum; kalan ekmeği yiyemeyeceğim.” demiş.
Derviş; “O zaman ‘Elhamdülillah’ de.” demiş. Dev bu sözleri söyleyince kendini hafiflemiş hissetmiş ve dervişe;
“Karnım ilk kez doydu; bundan sonra sen ne dersen yaparım, ihtiyar.” demiş.
Derviş; “Şimdi konuşalım; neden köylülere zulmediyorsun? Neden onlardan izin almadan ekinlerine, hayvanlarına zarar veriyorsun?” diye sormuş.
Dev üzgün bir sesle; “Beni her gördüklerinde korkup ‘Korkunç dev geliyor!’ diye bağırıyorlar. Bana taş atıyorlar. Beni çocukken de kovuyorlardı. Yalnız sevgiden mahrum olarak büyüdüm.” demiş.
Derviş, devin aslında korkunç biri olmadığını, güçlü ama yumuşak kalpli olduğunu anlamış.
“Köylülerle konuşmayı hiç düşündün mü? Belki sen de onlar gibi bir evde yaşar, tarlalarda çalışırdın. Unutma, her güç sahibinin içinde saklı bir iyilik vardır.” demiş.
Dev; “Beni yanlarına kabul ederler mi?” diye sormuş. Derviş, köye dönüp köylülerle konuşacağını söylemiş.
Derviş köye varınca, köylüler onun nasıl sağ döndüğüne şaşırmış. Derviş sakin bir şekilde olan biteni anlatmış ve devi köye davet etmelerini istemiş. Köylüler tereddüt etseler de kaybedecekleri bir şey kalmadığını anlayınca kabul etmişler.
Dev köye geldiğinde, köylüler onu yakından görüp biraz korkmuş ama devin konuşması yumuşak ve mantıklıymış. Derviş;
“Artık birlikte yaşamayı öğrenmelisiniz. Dev size tarlada ve ormanda yardım edecek, siz de mahsulün %10’unu ona vereceksiniz. Ona köy dışında bir ev yapacaksınız.” demiş. Köylüler bu düzenlemeyi kabul etmiş. Dev de mutlu olmuş, çünkü artık yapayalnız kalmayacak, yemeği ve bir evi olacakmış. Birkaç hafta sonra köylülerin deve karşı önyargıları ortadan kalkmış.
Derviş, iki tarafın anlaşmasını görmüş;
“Artık bana yol göründü.” diyerek veda etmiş. Köylüler onu kalmaya ikna etmeye çalışsa da derviş gitmiş.