‘‘Bugün ölmemeliyim.’’
Beyaz bulutlar çoktan kirlendi. Etrafta barut ve is kokusu var. Nereden geldiğini anlamadığım çığlıklar doluyor kulağıma. Moloz parçalarının altında inleyen arabaların alarm sesi kulaklarımı tırmalıyor. On beş metre ötemde duran tarladaki mahsullerin paramparça olmuş halini görüyorum. Toprağa saçılan domatesler adını anmak istemediğim bir sıvıya benziyor.
Arkamı döndüğümde kundağa sardığı bebeğini kucağına almış var gücüyle bana doğru koşan bir kadın görüyorum. El hareketleriyle bir şeyler söylüyor. Yanıma yaklaştığı vakit ne dediğini anlamaya başlıyorum.
‘‘Geliyorlar! Kaç kurtar kendini.’’
Göğe doğru yükselen ateşe takılıyor gözüm. ‘‘Bugün ölmemeliyim’’ diyorum.
Bebeği kucağıma alıp kadının bileğinden tutuyorum. Sanki hiç bırakmayacakmışçasına… Can havliyle koşmaya başlıyoruz. Tuttuğum bilek bir anda geriye doğru baskı yapıyor. Gücün geldiği yöne bakmaya fırsat bulamadan bilek kendiliğinden öne doğru fırlıyor. Cesedin nereye uçtuğuna aldırmadan boşta kalan elimle bebeğe daha da sıkı sarılıyorum. Kendime hatırlatıyorum. ‘‘Yarının önemi yok. Bugün ölmemeliyim.’’
Güvenli bir yer arayışına giriyorum, lakin koca şehirde tek sağlam yapı bulamıyorum. Büyük bir kamyonun sağlam kalmış kısmına sırtımı dayıyorum ve az da olsa rahat bir nefes almaya çalışıyorum. O sırada karnım gurulduyor, acıktığımı fark ediyorum. Yemek arayışına yelteniyorum ama hemen vazgeçiyorum. Koca şehirde; yiyecek yemek, içecek su, yatacak yatak, yaşayacak alan yok. Hatırlıyorum.
Ne zaman daldığımı bilmediğim uykumdan uyanıyorum. Oturduğum yerdeki taşlar kalçamı acıtmış, sırtım tutulmuş, bebeği tuttuğum ellerim uyuşmuş… Bebeğin saatlerdir uyuduğunu fark ediyorum. Vücudunu nazikçe toprağın üstüne koyarak uyanmasını bekliyorum. Uyanmıyor. Ayaklarına dokunup hareket etmesini bekliyorum. Hareket etmiyor. İçime kurt düşüyor, kundağı açıyorum. Beklediğimden daha beyaz bir yüz karşılıyor beni. Mor kazağının üstünde suratı ay gibi parlıyor. Moraran dudaklarına kulağımı yaslıyorum, hiçbir şey duymayacağımı bile bile…
Yumuşak toprağı kazmaya başlıyorum. Bu küçük bedenin rahatça sığabileceği bir çukur açıyorum. Çukuru kapatırken yanaklarıma süzülen tuzlu sudan da kana kana içiyorum. Gökyüzüne bakıyorum, hava kararmak üzere. Gülümsüyorum. ‘‘Bugün ölmedin’’ diyorum.
Camı çatlamış saatimden zamanı kavrıyorum. Gece yarısına geliyor. Beş dakika sonra bir gün daha bitiyor. Yavaş yavaş ayak sesleri geliyor bu tarafa. Bellerindeki silahlar kemer tokalarına çarpıyor.
Dört dakika sonra bir gün bitiyor. Tanımadığım dilde bir şeyler söylüyor, kahkaha atıyorlar.
Üç dakika sonra bir gün bitiyor. Belki de gerçekten komiktir dünyanın bu hali, korkan insanların yüz ifadeleri…
İki dakika sonra bir gün bitiyor. Pasta yok ama devasa bir mum getirmişler üflemem için.
Bir dakika sonra gün bitiyor. ‘‘Mutlu yıllar’’ diyorum kendime. Bir dilek tut. ‘‘Bugün ölmedin.’’ Kocaman bir nefes alıyorum. O mumu üflemek için tüm nefesimi solumam gerekiyor.
Gün bitiyor…