Sevgili okuyucular, bugün yoğun gündemin dışına çıkıp çoğu zaman farkında olmadığımız bir bağımlılık türü üzerinde görüşlerimi paylaşacağım. Yaşadığımız çağın gereği olarak, günlük hayatımızda teknolojinin tüm imkânlarını kullanıyoruz. Belki de kapitalist sistem böyle yaşamımızı zorunlu kılıyor. Ekonomik sistem ve kitle iletişim araçlarından dolayı çok hızlı akan yaşama yetişebilmek için çeşitli dijital aygıtlar kullanıyoruz.
Postmodern çağda internet ve akıllı telefonlar olmadan elbette günlük hayatımızı sürdürmek kolay değil. Akıllı televizyonların özelliklerinin de büyük bir hızla artmasıyla, televizyonlardan bile siber aleme girebiliyoruz. Akıllı cihazlarımızı farklı alanlarda ve farklı yoğunluklarda kullanıyoruz. Hepinizin bildiği gibi, internet doğru kullanıldığı takdirde sınırsız bir bilgi kaynağı. Var olan ham bilgiyi süzgeçten geçirdiğinizde, iyi bilgiyi kirli bilgiden ayırabilirsiniz. Bunu yapmazsanız, okuduğunuz her bilgiye inanırsanız, zihniniz kolaylıkla zehirlenebilir ve yönlendirilebilirsiniz. Siber âlemde dolaşırken, çoğumuz sosyal medyada vakit öldürmeyi tercih ediyoruz. Dünya ve ülkemizdeki yoğun gündemden dolayı, siyasi olaylar ekonominin belirleyicisi olduğu için sürekli haberleri ve gelişmeleri takip etmek zorundaymışız gibi hissediyoruz. Bu yüzden iş yerimizde ve evimizde bir gözümüz televizyonda, bilgisayarımızda ve akıllı telefonumuzdayken, işimizi yapmaya ya da aile bireylerimizle iletişim kurmaya çalışıyoruz.
Akıllı cihazlar yaygın biçimde eğlence ve oyalanma amacıyla da kullanılmaktadır. Özellikle sosyal medyanın dışında, akıllı telefonlara eklenen anlık mesajlaşma uygulamaları, insanları dijital âlemde günlük tutmaya iten bloglar, mobil fotoğrafların paylaşıldığı sosyal ağlar ve amatör okur- yazarları bir araya getiren portallar, özgeçmiş bankası işlevi gören ağlar ve en önemlisi oyunlar ile çoğumuz giderek günlük yaşamının önemli bir kısmını siber âlemde geçirmeye başladı. Öyle bir hâle geldik ki, bir kısmımızın sabah yataktan kalktıktan sonra ilk işi sosyal medyayı kontrol etmek ya da mesaj geldi mi diye telefona bakmak oluyor. Bu şekilde, bağımlılığa ilk adımımızı attığımızın bile farkına varamıyoruz. Özellikle anlık mesajlaşma uygulamalarının yaygınlaşması nedeniyle neredeyse akıllı telefonlarla konuşmuyoruz. Sürekli parmaklarımız telefonun ekranında olmak üzere yazarak mesajlaşıyoruz. Aynı zamanda telefonlarımıza yapışık bir hayat yaşarken, gelen mesajlar nedeniyle değişik tonlarda seslere maruz kalıyoruz. Bir anlamda sürekli dış uyaranlara tutulduğumuzu varsayarsak, her an tetikte yaşamaya başlıyoruz. Ne zaman bip sesini duysak hemen telefonumuza bakıyoruz. Dostlarınızla bir yerde oturmuşsunuz ya da evlerinde ziyaret etmişsiniz, bir bakıyorsunuz herkes elinden telefonu bırakmadan ya da yakınında tutarak iki sohbet arasına telefonu sokuyor. Siz bir şey anlatmaya çalışırken, karşınızdaki dinler gibi yapıp telefonuna baktığında ya da kurcaladığında, gerçek anlamda dinlenilmediğiniz için kendinizi kötü hissediyorsunuz. Kişiler arası ilişkilerde iletişimin kaliteli ve yararlı olanı, yüz yüze ve göz temasıyla kurulanıdır.
Küreselleşmeyi en hızlı yayan dijital alemin bir başka sakıncası aile ilişkilerinde görülüyor. Dijital bağımlılığın sinsi biçimde ilerleyen yıkıcı etkisini, aile bireylerinin fark etmesi imkânsız. Ailenin sosyoekonomik düzeyi iyiyse, her aile bireyine bir ya da birden fazla akıllı telefon ve bilgisayar düşüyor. Böyle bir durumda ailenin gelişmesi ve sağlıklı olması için bir arada iletişim kurulması gereken zamanlarda, herkesin zihni ya gelen mesajlarda ya da haberlerde olacağı için aile ilişkileri zamanla bozulacak ve çözümlenmemiş sorunlar birikecektir. İş yaşamından arta kalan zamanlarda eşler evde sağlıklı iletişim kurarak nitelikli zaman geçirmek yerine, giderek zamanlarını bilgisayarlarının başında ya da telefonlarıyla geçirmeyi tercih ediyorlar. Bu durumun oluşmasında, siber âlemde hızla yayılan uygulamaların ve oyunların etkisini göz ardı edemeyiz. Oyunlar eğlence ve zihin dağıtma için faydalı işlev görürken, kontrolsüz bir biçimde kullanıldığında bağımlılığa yol açabiliyor. Küresel sistem, bizi öyle bir hale getirdi ki içimizde oluşan boşluk ve yabancılık duygusunu, siber âlemde giderir hale geldik. Dış dünyadan “sürekli yalnızsın ve yalnızlık kötü bir şeydir” mesajı aldığımız için, geçici çözüm olarak tıpkı madde bağımlılığı gibi dijital âleme başvuruyoruz. İçimizdeki boşluk duygusuna, yalnızlığa ve yaşadığımız mutsuzluğa sosyal medyada derman bulabileceğimizi zannediyoruz. Bu ortamda, sürekli paylaşım yapma ve başkalarının profillerini inceleme arzusu duyuyoruz. Bu platformların kurucularının en önemli amacının, sürekli kullanılmasını sağlayarak kârlarını ve güçlerini artırmak ve tekel oluşturmak olduğu da düşünülebilir. Sosyal medyaya fotoğraflarımız, paylaşımlarımızla öyle saçılıyoruz ki, dikkatle izleyen akıllı bir göz hemen özel hayatımız, eğilimlerimizi, duygudurumumuz, kişilik özelliklerimiz, zaaflarımız ve dünya görüşümüz hakkında kolaylıkla bilgi sahibi olabilir. Ayrıca sosyal medya ile insanlar iki temel arzusu olan gözetleme ve teşhir etmeyi de karşılamaktadır. Sürekli bu ortamlara yapılan girişler, pekiştirme yaparak bir alışkanlığa dönüşmekte, daha sonraki aşamalarda kişide bağımlılık yaratmaktadır. Dijital bağımlılık, diğer madde bağımlılıklarındaki gibi aile düzenini, kişiler arası ilişkileri, bireyin işlevselliğini tehdit edip onu mutsuz yapar. Aynı zamanda, çağımızın hızla yayılan bir virüsü olan narsisizmle bu bağımlılık arasında bir ilişki de kurabiliriz. Narsisizm ya da özseverlik, kısaca kişinin kendine tapması, hayranlık duymasıdır. Belli bir düzeyde, yaşamı sürdürebilmemiz için ihtiyaçtır. Ancak, hayatı kendinden ibaret görme, evrenin merkezinde olduğunu hissetme düzeyine geldiğinde ciddi bir ruhsal rahatsızlık olur. Dijital âlemde büyük ölçüde vaktimizi geçirdiğimiz sosyal medya, narsisizmi besleyip şiddetini artırmaktadır. Her insanda onaylanma, beğenilme ve tanınıp kabul görme ihtiyaçları olduğu için, sosyal medya bunların üzerinde tetikleyici işlev görür. Daha çok arkadaş sahibi olmamızın, daha çok beğenilmemize, popüler ve aranan bir insan olmamıza yol açacağı yanılgısıyla sürekli arkadaş ediniriz, hiç tanımadığımız insanları bile arkadaş listemize ekleriz. Listemizde çoğalan arkadaşlarla kendimizi iyi hissedip, azalan arkadaşlarla kendimizi kötü hissetmeye başlayınca, dijital bağımlılığa yakalandığımızı söyleyebiliriz. Yaptığımız paylaşımların sürekli beğenilmesini isteriz. Beğeni aldıkça kendimizi önemli ve değerli hissederiz, bu da egomuzu sürekli besleyerek kendimizi olduğumuzdan daha farklı görmemize yol açar. İşte narsistik özelliklerimiz böyle çoğalır. Başkalarına kendimizi beğendirmek için, hoşlanmadığımız görüşler, haberler, fotoğraflar ve sözler paylaşırız. Genellikle kendimize ait olmayan ve ünlü kişilere, düşünürlere, sanatçılara ve başkalarına ait sözleri paylaştığımızdan özgünlüğümüzü kaybederek özgünlüğümüzü yitirme tehlikesiyle karşılaşabiliriz.
Dijital bağımlılığın temelinde dürtü denetim bozukluğu yatar. Dürtü denetim bozukluğu olan bireyler, dürtülerini kontrol edemediği için kendilerine ya da başkalarına zarar verirler. Sağlıklı savunma ve kontrol mekanizmaları olmadığından bağımlılığa yatkındırlar. Ve kendilerini durdurmaktan yoksun olmaları nedeniyle, alışkanlıktan yardım almadan vazgeçemezler. Bu yüzden, hastanelerde internet bağımlılığı üniteleri de açılmıştır. Bu sorun, ancak ruh sağlığı uzmanları yardımıyla çözümlenebilir.
Farklı bir bakış açısıyla dijital bağımlılığın, küresel sermayenin insanları birer tüketim robotu haline getirme çabalarının bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Akılı telefon ve bilgisayar aracılığıyla girdiğimiz siber dünyada, reklamlara daha yoğun maruz kalıyoruz. Bu ortamdaki reklamların tüketime dönük etkisinin televizyondan daha fazla olduğunu düşünüyorum. Çünkü akıllı cihazlarımızla televizyona göre daha çok zaman geçirmeye başladık ve kullanılan reklam teknikleri ve reklam çeşitliliği televizyondan daha zengin. Ayrıca bu platformlarda, belirli merkezlerde yaratılan eğilimlerin aşılanmasıyla düşünmeden tüketen ve sorgulamadan seçim yapan kobaylara dönüşebiliriz.
Bu soruna başka bir boyuttan baktığımda, dijital bağımlılığın kendi özümüze ulaşmaktan bizi sürekli uzaklaştırmaya yaradığını ve kendimizle aramızda bir engel oluşturduğunu da söyleyebilirim. Bu cihazlardan gün boyu aldığımız uyaranlar, aklımızın hep bunlara odaklanmasını sağladığı için kendimizle baş başa kalıp tefekkür edemiyoruz. Tefekkür etmeyi bırakın, huzurlu olup olmadığımızı bile değerlendiremiyoruz. Bu akıllı cihazlar, bizi oyalama işlevi görerek gerçek benliğimize yabancılaştırılıyor. Beynimize bir virüs gibi yerleşip bizi ele geçiren bağımlığın çözümü, elbette teknolojiden uzak durmak, bu cihazları kullanmaktan vazgeçmek değildir. Bunları doğru kullanma alışkanlığı kazanmaktır. Her gün kendimize bu tip cihazları kapatarak – televizyon da dahil- geçireceğimiz en az bir saat ayırmak bile, düşünmeye ve yaşam hedeflerimizi gözden geçirmeye ve sevdiklerimizle iletişim kurmaya ve zihnimizi dinlendirmeye yetecektir.