“Dile benden ne dilersen” diyen oldu mu hiç size? Olmadığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü dendi. Sürekli bu cümle bizlere fısıldanıyor ve bu cümleye hayat boyu muhatap olmaya devam edeceğiz. Bizler sadece bunun farkında değiliz. Bizlere kısıtlı -temelde- din bilgileriyle bizleri tıkayan çok yanlış şeyler öğretildi. Bu bir sonradan öğrenme de değil, öğretinin içinde doğup büyüdük bizler. Bilmenin de ötesinde bilinçaltı kayıtlarımız çöplük yığını hâline geldi. Sadece bilinçaltı mı? İnanç kayıt sistemine sahip olan ve inandığı şeye bağımlı hâle gelen her hücre, yenilenirken mevcut inanç kayıtlarını kendisinden sonraki gelecek olan hücreye aktarmakta.
Bize kaderi anlattılar, hayatımızın yazılı olduğu değiştirilemez bir kitap hayal ettik. Halbuki yaratım denilen şey, sürekli işleyen bir mekanizmada an be an yazılmakta olan bir sistemdi. Ve bu sistemin işletimcisi yine bizlerdik. Bu yaratımın tabii ki çok sacayağı var. Bunlardan biri düşünce. Düşünce sistemimizi yaratan şeyse olumlu olumsuz, doğru yanlış birçok dinamik. Mevlana der ki: “Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsün, gülistan olursun. Diken düşünürsün, dikenlik olursun.” Tabii bir de düşündüğü şeyi söyler insan. Bununla ilgili ne diyordu peki: “Misal aleminde binlerce ihtimal uyur ve sen ağzından çıkardığın sözlerle o ihtimallere can verirsin.” Canım evliya, senin müslümanlığınla bizim köyün müslümanlığı ne kadar da farklı birbirinden. Şems başka söyler mi Mevlana’dan! Aynı şeyi söyler o da: “Dünya bir dağ gibidir, sen nasıl seslenirsen sana öyle yankılanır.” Hadi aklın yolu birdir diyelim, Oprah da der ki: “Hayat size ancak ondan istemeye cesaret ettiğiniz şeyleri verecektir.”
İstemenin de usul ve esasları var tabii. İsteme hâli yokluk bilinciyle değil, kabule geçmiş bir ruh hâliyle olacak. Burada ayağımıza dolanan blokajlar ve bilinçaltı inançsızlık kayıtları, isteklerimizin olacağına inanmayışımızın kaynağıdır. İnanıyoruz sanırız ama gerçekte inanmadığımızın farkına bile varmayız. Böyle olunca da inanmadığımız durumu talep etmiş oluruz. Örneğin bilincimiz, gireceğimiz bir sınavı kazanacağımızı söyler fakat geçmiş inanç ve duygu kalıplarıyla şekillenen bilinçaltı düşüncemiz kazanamayacaksın der. Böylelikle kazanamamayı seçmiş oluruz! Hem de böyle bir inancımızın olduğunun hiç farkında bile olmadan. Elbette bilinçaltı kayıtlarını değiştirmenin dönüştürmenin de yol ve yöntemleri var. Başka yazılarda değiniriz belki.
Konuyu toparlama mukabilinden söylersek; bu âlemde her şey senden sana. Ve her şey aslında bunu kabul etmekle başlıyor. Nasıl dua ediyordu balığın karnındaki Yunus Peygamber, “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn. (Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Şüphesiz ben kendine zulmedenlerden oldum.)” Yusuf peygamberse, “Zindan bana daha hoştur şu durmadan” dedikten sonra zindana düştü. Hoopono pono tekniğindeki cümlelere bakarsak da aynı şeyi görürüz. Biri size kötü davransa bile bu durumu düzeltmek için uygulamada kurulan cümlelerden biri “özür dilerim”dir. Çünkü bu işin matematiğinde her durumda, “her şey senden sana” dır. (“Et-tekrârü ahsen velev kâne yüz seksen” kaabilinden oldu.)
Aslında ben enerji konusunu anlatmak niyetindeydim bu yazıda, bir türlü oraya giriş yapamadım. O konuya girersek de yazı alıp başını gidecek. Eksik bilgi de vermek istemem enerji konusunda fakat konu bütünlüğünü ele almak da bir hayli cümle gerektirir. Çünkü her şey enerjidir ve enerji her şeydir. Biz yine de hem daha sonra yazacağımız enerji konusuna girizgâh (edebi bir terim koymazsak eksik kalırdı) olması bakımında hem de niyetlerimizin gerçekleşmesine muktedir olduğumuzu göstermek için konunun bütününü ifade eden bir bilirkişi sözü bırakalım. “Her şey enerjidir ve her şey yalnızca bundan ibarettir. Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur, o gerçeklik size ait olur. Bundan başka bir yol yoktur. Bunun adı felsefe değil, fiziktir.” Albert Einstein tarafından söylendiği söylenir fakat bir başkasının söylediğini söyleyenler de vardır.
Velhasılı kimin söylediğini bildiğimiz bir söyleyiş de şöyle der: “Dikenine katlanamadığın gülü incitme, zorluğuna göğüs geremediğin yâri sevme.” Neşet Ertaş’ın ruhu şâd olsun, her ne kadar, “şâd olup gülmedim de eller içinde” dese de gittiği yerdekiler el gibi olmasın. Sevginin hakkını verebilenlerden olalım dostlar. Hep şâd olalım hep gülelim. “İyi de konuyla ilgisi ne bunların?” demeyin. İzahı çok demlik eskidir. Dem bu demdir, anda kalalım ama güzel hatıralara da şükredelim. Edelim ki şükre sebep güzellikler hep bizlerle olsun. Hayallerin tezahürüne şimdiden selam olsun.