Soğuk bir Ankara gününde, gri bir havanın kendini güneşe asla bırakmadığı sert bir kış havasında, okuldan eve doğru giderken yokuş aşağıya kaçar gibi iniyordum. Ankara’nın hiç bilmediğim bu yerinde 3-4 yıldır çalışıyordum. Hala alışamamıştım. Yokuş aşağıya inen yolda, medeniyete doğru gitme hisse, kaç zamandır yerini tanıdıklık hissine bırakmamıştır. Gel artık tanış olalımdan ziyade, kaç günüm kaç yılım daha var buradan kurtulmaya diye düşünüp duruyordum.
Ne hikmetse okulun bahçesine girince bu hisleri unutuyordum. Okul, öğrenciler, öğretmenler odası ayrı bir dünyaydı. Dışarısı, o yokuştan iniş, gri gökyüzü, soğuk ayaz apayrıydı. Bulunduğum yeri unutturuyordu okul ve içindekiler. Ama o yokuştan inmek bütün çıplaklığıyla nerede olduğumu, bazen bir tokat gibi, bazen de “ürkütme, korku” gibi hislerle yüzüme vuruyordu.
Bir gün dersteyken biz kar başladı. Tamam normal bir durum bu. Çünkü kış. Her gün yağıyor. Okuldan çıktığımda, arka bahçede arabamın karlar altında kaldığını gördüm. Okuldan dağılan çocuklar hiç bitmeyecek gibi görünürler ama beş dakika içinde kimse kalmaz. O an kimse yoktu etrafta. Başka arabada yoktu. Kaldım öyle.
Yakında bir kahve vardı. Hani erkeklerin sürekli kağıt, okey oynadığı yer. İçerisi sıcak ve buğudan gözükmüyordu. Ben, korkak ben, başka çaresi olmayan ben, içeriye girdim ve yardım istedim. Hani Arabesk filminde Müjde Ar, “İstanbul nerede?” diye kahveye girip sorar. Erkekler de “gösterelim anam” derler ya ve bizde güleriz izlerken. İşte o an hiç de komik değilmiş. Lakin korktuğum gibi de olmadı. Yardım ettiler. İgloya benzeyen arabamı karlardan temizleyip, çalıştırdılar. Kaportanın üzerine biri oturdu, içine biri, arkadan da üç kişi iterek arabayı hareket ettirdiler. Araba kaya kaya ve değişik sesler çıkararak park yerinden çıkarıldı ve benim için yolda hazır bekletildi. Beni o okulun arka bahçesinde yalnız bırakmayıp “hocaanım hocaanım” diyen koca yürekli abilere her zaman teşekkürü borç bilirim.
Allah hepsinden razı olsun. Bende korktuğumla kalmıştım. Her geminin bir kaptanı vardır. Ben de okul müdürlerini bu kaptanlara benzetirim. Oysa benim okulun kaptanının ruhu duymadı. Yani o kadar hakimdi öğretmene. Okul yani binaya bakar ama içinde yaşayan ruhlar Allah’a emanet. O zamanlar çok şaşırırdım ama sonra pek nadir gerçek insanlar dışında hepsinin aynı olduğunu öğrendim.
Velhasılıkelam ben yokuş aşağıya binlerce kez indiğim günlerden birinde, vallahi hatırlıyorum o günü, o gri gökyüzüne bakarken öyle bir yol hayal ettim ki, bütün yol palmiye ağaçlarıyla dolu. Keşke burada da olsaydı diye içimden geçirdim. Ben de biliyorum Ankara’da palmiye olmayacağını ama öyle diledim okul yolumu, çevremi palmiye ağaçları ile. Bu tezat ikili içinde ayrıca güldüm. Nereden aklıma palmiye ağacı geldi diye. İşte bu yüzden unutmam o günü. Şurada palmiyeler olsa, hava gri olmasa, palmiyelerin yaprakları yeşil olsa, güneş ışığı vursa, palmiye palmiye palmiye.
Nasıl diledin be kadın? Gökyüzünde dua kapıları mı açılmıştı o an? Ne olduysa oldu ve benim hayatım değişti.
Birkaç ay içinde, belki 2 aydan bile az, eşimzadenin işi gereği şehir değiştirdik.
Yer: İstanbul, ev tuttuk. Sitenin adı: Palmiye Sitesi. Hatta Palmiye Sitesinden öncede bir eve bakmaya gittik. Yol çalışmasından dolayı girişi kapalıydı. Çevresinden bakalım dedik. Palmiyelerden dolayı göremedik. Göremediğimiz içinde tutamadık. Yeni şehrimde yeni okulumdan çıkıp yeni evime gelirken palmiye sitesi yazısına hep göz kırpmıştım. İçimden “a be kadın nasıl istemişsin”.
Sonra oradan İzmir’e taşındık. Karşıyaka Yalı Mahallesi, deniz kenarında yollar palmiye ağaçları ile sıra sıra gider.
Sonra Foça’ya yakın bir yere taşındık. Bahçe yaptırmak istedik. Aklıma ne geldi dedi peyzaj mimarı. 4 metrelik bir palmiye var, ister misiniz bahçeye?
4 metrelik palmiyeyi ne yapalım? Cazipti ama istemedik.
Her seferinde palmiye ağacı çıktı bir yerlerden. Unutmadım dileğini dercesine bana gözüküyordu. Seni palmiyeli yollara yolluyorum, dedi Alaaddin’in lambadaki cini.
Sonra gene taşındım Karşıyaka tarafına. Şu an balkonda, palmiyelere bakarak yazıyorum. Hem sitemin içinde hem de dışında birçok palmiye ağaçları var. Yeşil yeşil yaprakları güneş vurunca parlıyor tam istediğim gibi. Hafif bir rüzgar da var, dalları sallanıyor.
Gökyüzü mavi. Güneş ısıtıyor. O hiç özlemediğim grilikten eser yok. Kahvedeki abilere de selam olsun. Bu çalıkuşu unutmadı sizi. Selamlar…