Dil ve Zarafet: İğne mi, İpek mi?
Dil, insanın hem kendini ifade ettiği hem de dünyayı inşa ettiği en güçlü araçlardan biridir. Ancak bu kudret, bir iğne misali batıcı mı, yoksa ipek gibi zarif ve kuşatıcı mı olmalıdır?
Dil iğne olursa, göz görmez, dikiş tutmaz çula… Kelimelerin keskinliği karşısında hakikatin görünmez hâle gelebileceğini ve toplumsal bağların onarılamayacak şekilde zarar görebileceğini unutmayalım. Gerçekten de, dil bir yıkım aracına dönüşürse ne göz hakikati seçebilir ne de gönüller bir araya gelebilir.
Zarafet ise, sözün ve hâlin en kıymetli kumaşıdır. Zarafet yama değil, ipekten atlas şuura…
Nezaketin sonradan eklenen bir süs değil, bilincin dokusuna işlenmiş bir zarafet olduğu gibi, ruhun aynası olduğu ve çevremize yansıyan bir ışık misali aydınlatıcı bir insani yol olduğunu bilmeliyiz.
Bir insanın özü, onun söylemlerinde ve eylemlerinde ortaya çıkar. Bu yüzden zarafet, sonradan edinilen bir maske değil, kişinin karakterinden neşet eden bir kumaş olmalıdır.
Peki, güzelliğin ve inceliğin sembolü olan gül neyi anlatır? Gül hâr-ı evlâdır, lakin gül kokusu soydandır…
Güle ait dikenin aslında onun ayrılmaz bir parçası olduğunu hatırlatır. Zarafetin içinde her zaman bir direnç, bir bedel ve bir kimlik vardır. Bir insanın nazik olması, onun zayıf olduğu anlamına gelmez; bilakis, nezaketini koruyarak var olabilmesi onun asıl gücünü gösterir.
Öyleyse, sözlerimizi ve tavırlarımızı dokuyan ipliği iyi seçmeliyiz. Dilimizi bir iğne gibi batıcı değil, ipek gibi kuşatıcı kılmalıyız. Hakikati örten değil, onu görünür kılan bir dile sahip olmalıyız. Unutmayalım ki zarafet ve bilgelik, insanın en değerli mirasıdır ve bu miras, kelimelerimizde ve hâlimizde kendini gösterir.
“Tatlı dil, her kapıyı açan sihirli bir anahtardır.” (Mevlana)
Bağırarak Konuşmak Neyi Çözer?
Bağırarak konuşmak, çoğu zaman güçlü olmanın değil, aksine gücsüzlüğün bir göstergesidir.
Bir insan sesini yükselttiğinde, sözlerinin etkisini artırdığını sanır; oysa sesin yüksekliği, içeriğin derinliğiyle aynı şey değildir. Bilgece ve yerinde kullanılan kelimeler, bağırmadan da tesirli olabilir.
Bağırarak konuşmak, iletişimi sağlıklı bir zeminden uzaklaştırır, karşı tarafın savunmaya geçmesine, diyalog yerine çatışmanın doğmasına sebep olur. İnsanlar genellikle yüksek sesle konuşanın mesajına değil, sesinin tonuna odaklanır; böylece söylenenler değil, nasıl söylendiği hatırlanır.
Buna karşın, sakin ve ölçülü bir ses tonu, dinleyenin zihninde daha kalıcı bir etki bırakır. Gerçekten anlatmak istediğimiz şeyin duyulmasını istiyorsak, sesimizi değil, kelimelerimizi yükseltilmeliyiz.
Nezaketle söylenen bir söz, bağırarak dile getirilen bir öfkeden çok daha gücülüdür.
“Bağıran bir insanın sesi duyulabilir ama söyledikleri anlaşılmaz.” (Konfücyüs)
Çok Konuşmak mı? Çok Anlaşılmak mı?
Konuşmak, insanın kendini ifade etme yoludur; ancak asıl mesele, ne kadar konuştuğumuza değil, ne kadar anlaşıldığımıza bağlıdır.
Çok konuşmak, çok anlaşılmak anlamına gelmez. Hatta bazen kelime kalabalığı içinde asıl mesaj kaybolur.
Eğer çok konuşmak yerine derin anlaşılmayı hedeflersek, kelimelerimiz daha değerli ve tesirli hâle gelir.
“Az söyle, öz söyle ki, sözün kıymetli olsun.” (Sadi Şirazi)
Aynı Lisan Neden Önemli?
Dil sadece kelimelerden ibaret değildir; aynı zamanda bir anlayış, bir ruh hâlidir.
İnsanlar aynı dili konuşabilir ama aynı lisana sahip olmayabilir. Aynı lisan, yalnızca ortak kelimeleri değil, ortak duyguları, ortak anlayışı ve ortak bir iletişim kültürünü de içerir.
Bir insanın gerçekten anlaşılabilmesi için, karşısındakiyle sadece kelimeleri değil, hisleri de paylaşabilmesi gerekir.
Anlamın derinleşmesi, kelimeler kadar niyetlerin de örtüşmesine bağlıdır. İşte bu yüzden, bir insanı anlamak, onun kelimelerini duymaktan çok yüreğini hissetmeyi gerektirir.
Aynı lisana sahip olmak, toplumu bir arada tutan en güçlü bağlardan biridir. Ortak bir kültürel birikim, değerler ve iletişim biçimi, insanları birbirine yakınlaştırır. Aksi hâlde, kelimeler aynı olsa da anlamlar farklılaşır ve iletişim, bir âmâ dövüşüne dönüşebilir.
Öyleyse, yalnızca konuşmayı değil, ortak bir anlam dünyası kurmayı hedeflemeliyiz. Gerçek anlaşılma, yalnızca doğru kelimeleri seçmekle değil, ortak bir duygu ve düşünce zemininde buluşmakla mümkündür.
“İnsanın aklı, dilinin altında gizlidir.” (Hz. Ali)
Yolunuz gül renginde, gül kokusunda olsun her daim…
Kıymetli Amine hocam sözün yükseldiği bir yazı kaleme alınmış yüreğinize sağlık iyiki varsınız