Hint üslûbu anlamına gelen Sebk-i Hindî terimi genel olarak, 16. asrın sonundan 18. asrın sonlarına kadar Hindistan, İran ve Osmanlı coğrafyasında etkili olan edebî üslûba verilen addır. Bir başka ifade ile Sebk-i Hindî, Fars edebiyatından doğarak Müslüman Hindistan’da gelişmiş, özellikle İranlı ve Türk şairlerinin elinde yükselerek çok ince ve girift hayaller esasına dayanan zihnî bir şiir tarzıdır. İran menşeli kaynaklarca, ortaya çıktığı coğrafya ya da etkiler esas alınarak Sebk-i Isfahanî, Sebk-i Safevî ya da Sebk-i Figânî adları da verilmiştir.
Fikir, felsefe ve sanatın bir araya geldiği Sebk-i Hindî, farklı coğrafyalardaki temsilcileriyle yüzyılları aşan bir güce sahip olurken, çeşitli kültürlerden farklı özellikleri içerisinde barındırmıştır. Böylece disiplinler arası bir mahiyete bürünmüş, kendinden önceki edebî temelden farklı bir vasfa sahip olmuş; ancak ölçü, şekil, nazım birimi, kafiye, redif vb. gibi şiirsel yönlerden de gelenekten ayrılmamıştır. Günümüzde şiirde yenilik arayan kesimlerin, Doğu edebiyatından ne kadar aykırı olursa olsun, onun öz geleneğinden bağını koparmamış olan mistik üslubu Sebk-i Hindî’den alacağı çok ders vardır. Ayrıca ister dili ve üslubu, isterse de düşüncesi itibariyle, bu üslubun önemli temsilcilerinden biri olan Nâ՚ilî’nin dünün ve bugünün şairleri arasında bir köprü olduğuna inanıyorum. İncelediğimiz çalışmada, Sebk-i Hindî’yi ve üslup temsilcilerinden biri olan şairin, Hint üslubunu nasıl temsil ettiğini yüzeysel olarak ele alacağız.
“Sözlükte “bir şeyi eritmek, kalıba dökmek; kalıp, tarz, üslûp” anlamlarındaki sebk kelimesi terim olarak “ibarenin tarz ve tertibi” manasına gelir. Sebk-i Hindî ise XVI.-XVIII. yüzyıllarda Hindistan’da ve Hindistan dışında yaşayan, Hint felsefesi, edebi zevki ve şiirinin etkisinde kalan şairlerin oluşturduğu şiir anlayışını ifade eder. Terim ilk defa İranlı şair Muhammed Taki Bahâr (ö.1951) tarafından kullanılmıştır.”[1] Temelleri 14. ve 15. yüzyıllarda Hafız-ı Şirâzî, Hüsrev-i Dihlevî, Sa’dî ve Molla Câmî gibi klasik dönem İran şairleri tarafından atılan, Müslüman Hindistan’da gelişen, özellikle İranlı ve Türk şairlerinin geliştirdiği, çok ince ve girift hayaller esasına dayanan zihnî bir şiir tarzının adıdır. Hint tarzı, büyük şairlerin gazellerinde görülen fikrî, ince ve zarif bir üslûptur. Sebk-i Hindî, daima şiirdeki edâyı, mazmunun inceliğini, anlamın zarifliğini, hayalin derinliğini okuyucuya anımsatıyor. Sebk-i Hindî, Fars ve Türk edebiyatının yanında Hindistan, Afganistan, Azerbaycan ve Tacikistan edebiyatında da etkili olmuş bir üsluptur. İzlerine 16. asırda rastlanmaya başlayan bu üslûp, Fars ve Türk edebiyatlarında en verimli dönemini 17. ve 18. asırda yaşamıştır. 19. yüzyılda bazı şairler üzerinde etkisini sürdürmekle birlikte Galip’ten sonra önemli bir temsilci yetiştirememiştir. Nâ՚ilî de ise, anlam derinliği ve orijinal terkip ve mazmunlarla kendisini göstermiştir. Bu üslupla birlikte, “şiir diline günlük konuşma dilinden birçok kelime ve deyim girmiş; şairler, genel olarak veciz, dolgun sözler peşine koşmuştur. Bunların çoğu Sâ’ib-i Tebrîzî’nin tesirinde kalmış ve onun tarzını benimsemiştir.”[2] Hint üslubunun özelliklerini anlayabilmek için şiirin iki önemli unsurunu ele almak gereklidir: Söz ve Anlam. Sebk-i Hindî de anlam sözden üstün tutulduğu için, söz, elden geldiğince inceltilmiş neredeyse görünmeyecek bir hale getirilmiştir. Şair, zengin bir hayal gücü ve imgelem ile bu görünmezliği şiirinde sağlar. Birbiriyle ilgisi bulunmayan öğeler iç içe geçirilerek anlamı ancak şairin bilebileceği bir boyutta sunulmuştur. Bu üslûp adeta girift, karmaşık, esrarengiz süslemelerle oluşturulmuştur. Düşünceye, felsefeye, tefekküre dayalı bir hayat tarzının mekânı olan Hindistan, bu şiir tarzının menbaıdır. Sebk-i Hindî’yi, sadece bir sanat anlayışı ve geleneksel tarzının devamı olarak değil, aynı zamanda tarihî ve kültürel şartlar ekseninde de değerlendirmek lazım. Sâib’den sonra zevksizleşen ve bir süre sonra da sahneden çekilen Sebk-i Hindî’nin son şairi Hindistan’da yaşayan Türk asıllı Mirzâ Gâlib’dir.
NÂ՚İLÎ’DE SEBK-İ HİNDÎ
Sebk-i Hindî, özellikle İranlı ve Türk şairlerinin geliştirdiği, çok ince ve girift hayaller esasına dayanan zihnî bir şiir tarzıdır. Şiirlerde hayalin derinliği ve anlamın zarafeti okuyucuya katbekat hissettirilmiştir. Özellikle, aklın ve hakikatin yerine hayallerin kullanılması, Nâ՚ ilî’nin de şiirinde görülen belli başlı özelliklerdendir. Onun çok geniş bir hayal gücü vardır. Bu yüzden konularını kolaylıkla dış dünya yerine kendi hayal gücünden alabilmiştir. “Hayaller derinleştikçe beyti anlamak zorlaşır. Nâ՚ ilî, şiirlerinde sözü kısaltarak anlam ve hayal derinliğine gitmiştir. Hayallerindeki yükseklik ve mübalağalı edasıyla fahriye kasidelerinde Nef՚i’yi rehber edindiği anlaşılmakla birlikte Nâ՚ilî’nin üslubu Nef՚ i gibi yüksek perdeden ve pervasızca değil ince ve zariftir.”[3] Şiirlerinde söylenmemiş, orijinal hayaller peşinde koşan şair, anlam derinliği sağlaması ve alışılmamış kelime ve tamlamalarıyla anlaşılması hayli güç bir üsluba sahiptir. Şairin, manayı bir bakıma aşırı yorumlamasına imkân tanıyan en uygun düşünce sistemi tasavvuftur. Sebk-i Hindî şairleri gerçek birer mutasavvıf olmamakla birlikte, bu ruhî ve gönül ikliminin imkânlarından oldukça yararlanırlar. Şairler, kederlerinden, sıkıntılardan kurtulmak için tasavvufa sığınma gereği duymuşlar fakat mutasavvıf bir şairde olduğu gibi amaç olarak değil, daha çok önemli bir araç olduğunu bilerek hareket etmişlerdir. Nâilî bir beytinde;
“Zihî ta‘alluk-ı pervâne kim yanar kül olur,
Ölünce şem‘-i şeb-efrûzdan cüdâ düşmez.”
(Nâilî, G 149/2, s. 310)
“Nâilî beyitte, “ta‘alluk” kavramını ruh, mânevî bağ ve vahdet anlamlarında kullanmıştır. Oysa Klasik üslûpta bu kavram, bağ, gönül bağı ve dünya ilgisi anlamlarındadır. Ayrıca yine aralarında karşıtlık ilişkisi bulunan farklı kavramları aynı tamlamada ve ya aynı ifadede bir araya getirerek, yeni fakat çelişkili bir kavram olarak elde ettikleri paradoksal imajları kullanmışlardır.”[4]
Sebk-i Hindî şairleri, önceki dönemdeki şairlere göre, eşyaya daha çok meyletmişlerdir. Örneğin, her şeyin altın ve gümüşten olduğu saray, köşk, meclis ve bahçelerin tasviri yerine rutin hayat ve olağan, günlük eşyalar anlatılmıştır. Saat, su şişesi, gözlük, duvar gibi kavramlar şiirde işlenmiştir. Yeni bir söyleyiş teşkil etmek isteyen Sebk-i Hindî şâiri, aslında iki edebî düsturun peşindedir: Yeni ve söylenmemiş bir anlamı keşfetmek ya da böyle bir anlamı keşfetmek için yeni bir dil unsuru oluşturmak. Bu üslûbun şiirde az sözle çok şey anlatmak istediği bilinen bir gerçektir. Bunun temini için de sözü uzatan cinas, aks, iâde gibi söz sanatlarına çok az yer verilmiş, buna karşın teşbih, istiâre, mecâz-ı mürsel, kinâye, telmih ve irsâl-i mesel sanatlarından fazlasıyla yararlanılmıştır. Ayrıca bu dönem şiirlerindeki fiillere dikkat ettiğimizde, birinci tekil şahıs sarfına çok sık rastlarız. Bu konu, Sebk-i Hindî şairlerinin gerçekleştirdiği asıl inkılaplardan biridir. Nâ՚ ilî bir beytinde;
“Biz Nâ՚ilîyâ sözde füsunkâr-ı hayâliz,
Elfâzda peyda dil-i ma՚nâda nihanız.”
(İpekten 1990, s. 214) diyerek sözün belli, anlamın ise gizli olduğuna işaret eder. Şair “dil-i ma՚nâda nihanız” diyerek, anlama muğlak bir ifade kazandırma tarzını açıklamış ve imgelem oluşturma yoluna gitmiştir. Ayrıca fiillere bakıldığında, birinci tekil şahıs sarfına (biz) rastlanmaktadır.
Şairler, tabiatta olup bitenleri, sosyal-kültürel olayları, fikir ve hissiyatlarını en ayrıntılı yönleriyle ele almaya başlamışlar âdeta hiç kimsenin aklına gelmeyecek uç fikirler bularak bir nesneyi en bilinmez yönüyle keşfetmişlerdir. Muğlak kavramlardan ince hayaller, mazmunlar üreterek alışılagelmiş kalıpları yıkarlar. Bu, şairlerin vazgeçilmez bir üslûbu haline gelmiştir. Sebk-i Hindî şairlerinin en meşhur mazmun kurma yolu ise, çok yönlü îhâmlar oluşturmaktır. Nâ՚ ilî de alışılagelmiş birtakım klişe mazmunları terk ederek yeni mazmunlar geliştiren bir şairdir. Sell-i seyf-i nigeh-i çeşm-i itâb gibi uzun ve zincirleme Farsça tamlamalar Nâ՚ ilî’nin şiirlerinde pek çoktur. Yine Nâՙ ilî’nin “leb-i şûh-ı nigâh-ı çeşm” (gözün bakışının şuh dudağı) ifadesi, bu tür yeni manalardandır. Bu terkibe ve ihtivâ ettiği anlama, Nâՙ ilî’ye kadar ki divân şairlerinde pek rastlanmaz. Nâՙ ilî fazla sözden söz sanatlarından kaçınmış, şiirini kısa, dolgun, eskileri deyimiyle “veciz” ve “münakkah” söylemiştir.
Sebk-i Hindî üslûbunda önemli temalar, ıstırap, gam, keder, hasret, ye’s gibi kavramlar üzerine kuruludur. Özellikle ıstırap, o devrin getirdiği hayal kırıklığı ve beklentilerin boşa çıkmasından kaynaklanmaktadır. Başta Nâՙ ilî olmak üzere bazı şairlerin kişilikleri ve hayat tarzları, onların ruh halleri üzerinde oldukça derin izler bırakmış, bu durum onları tıpkı Fuzulî gibi birer “ıstırap şairi” olarak anılma noktasına getirmiştir. Istırap, Nâ՚ilî’nin bütün şiirlerinde işlediği bir konudur. “Şiirlerinde “hikmet-âmiz” söyleyişlere de yer vermiştir. Müseddes formunda yazdığı şiirlerinde acılarını ve ıstıraplarını dile getirmiştir. Tahmîs, terkibibend, müstezad, şarkı, rubâî, kıta nazım şekillerinde şiir yazmış olan Nâilî, kasidelerinde ve diğer şiirlerinde görülen ağır ve süslü üslûbun aksine şarkılarında sade bir dil kullanmış, yerli ve mahallî söyleyişlere yer vermiştir. Öğrencilerinden Hâfız Post birçok güftesini bestelemiştir.”[5] Başlıca eseri Nâՙ ilî- i Kadîm Divânı’dır. Bu eserin yeni Türkçe yazılı ve açıklamalı kritik edisyonu Dr. Haluk İpektan tarafından yayımlanmıştır.
KAYNAKÇA
[1] Bilkan, Ali Fuat, “Sebk-i Hindî”, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 36, sf 253.
[2] Bilkan, Ali Fuat, “Sebk-i Hindî”, sf 254.
[3] Şentürk, Ahmet Atilla – Kartal, Ahmet, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yayınları, sf 261.
[4] İpekten, Prof. Dr. Haluk, Nâ՚ilî Hayatı, Edebi Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları, Akçağ Yayınları, Ankara.
[5] Yeşiloğlu, Ayşegül Mine, Nâ’ilî-i Kadîm Dîvânı’nın Tahlîli (doktora tezi, 1996), Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. (TDV İslam Ansiklopedisi “Nâilî”)