Edebiyatta, kültürde, siyasette, dinde; kısacası her yerde karşımıza çıkan ve hep duyduğumuz kavramdır Doğu-Batı Çatışması. Peki, gerçekte nedir? Bir olgu mu? Düşünce mi? Yoksa yine insanoğlunu birbirinden ayırmak için kullanılan bir araç mı? Gelin en baştan inceleyelim:
Çatışmayı en basit haliyle; iki güç arasındaki uyumsuzluk veya karşıtlık olarak tanımlayabiliriz. Doğu ve batı kavramları ise yön belirten kavramlar olmaktan çıkmış, artık bir kültür ve medeniyet yaftası haline gelmiştir. Doğu-Batı çatışması işte bu kültür ve medeniyet algısının farklılıklarından ortaya çıkmış bir olgudur. Geçmişten günümüze gelen ve geniş bir alana yayılan bu farklılıkları her alanda görebiliriz. Birbiriyle uyumsuz bu iki kültürün değer ve yargılarının karşıtlığı, bu iki kavramın çok geniş bir alanda etkili olmasına neden olmuştur.
Batı’da kabul gören, ilgi çeken veya normal karşılanan olaylar, Doğu’da aynı tepkiyi göremeyebilir. Toplumsal gelişim açısından baktığımızda Batı’nın bu konuda daha ileride göründüğünü söyleyebiliriz. Bir bakıma Batı, bu ötekileştirilmişliği kendisi kurmuş ve Doğu’yu kendinden kültürel ve gelişmişlik anlamında değersiz olarak etiketlemiştir. Tarihte her zaman sömürgeye ve gelişim engeline takılan Doğu, Batı’nın kendisini aşağı seviyede görmesini kabullenmiştir de. Bu yüzden genel bir kanı olarak Batı, her zaman gelişmişliğin ve medeniyetin simgesi olarak kabul edilir. İşte işin cilvesi kısmı da tam burasıdır. Doğu çareyi kabullenmekte bulsa da bazen her kabulleniş bir çözüm sunmayabilir.
Doğu ve Batı çatışması algısı beynimize öyle bir yerleşmiş ki yıllardır süre gelmiş ve yıkılmaz bir kale haline gelmiştir. Belki de bu iki ayrı fikre ve medeniyete sahip kutupların yaşadığı uyumsuzlukları “çatışma” olarak adlandırmak da içinde bulunduğumuz karmaşanın çoğalmasına neden olan bir eyleme dönüşebilir. Siyahı siyah diye, beyazı beyaz diye ayrıştırmak ve yargılamak bir çözüm değildir. Asıl çözüm bir insanı, bir milleti veya bir grubu düşünce, davranış, inanış ve isteklerine saygı duymayı öğrenmek ve olduğu gibi kabul etmekten geçer. Bunu başardığımız zaman çözümü de beraberimizde getirebiliriz.
Yaşadığımız ülkeye baktığımızda bu durumun dünyadan çok da farklı olmadığını düşünüyorum. Beni bu düşünceye iten sebepler de var tabii. Bunu bizzat deneyimlemiş ve memleketimden uzak bir gurbetçi olarak söylüyorum. Gittiğim ilde yabancı olduğum aşikar bir şekilde belli olurken ben de önyargıyla yaklaşmadım değil açıkçası. Batı’dan Doğu’ya gelmiş biri olduğumdan birçok şeyi gözlemleme fırsatı da buldum. Hepimiz evimiz dediğimiz memleketimizden ayrı düştüğümüzde bocalarız ama benimki biraz farklı oldu sanırım. İş Doğu’da bir ile gitmek olunca önyargı gelip oturdu beynime. Nitekim bulunduğum memlekette de yabancı olduğum anında anlaşıldı. “Sen buralı değilsin galiba.” cümleleri havada uçuştu. Yaşam şekilleri, kültürel ya da ahlaki değerler açısından oldukça farklıydık birbirimizden. Ne onlar beni ne de ben onları benimseyememiştik bir türlü.
Aslında sorunun benimsemekten öte beklenti olduğunu anlamam da çok uzun sürmedi. İnsanlardan ne kadar az şey beklerseniz o kadar az hayal kırıklığına uğruyordunuz. Sanırım ben bu konuda fazla bir beklenti içine girdim. Mesela en ufak bir gürültüde kapıma gelinmemesini bekledim. Binamızın bahçesindeki ağaçlar saçma bahanelerle kesilmesin istedim. Belki sorun olacağını düşünmeden bir hayvan sahiplenmeyi bekledim. Güzel komşuluklar, yabancısı olduğum bu yerde yardıma ihtiyacım olduğunda uzanacak bir el bekledim. Ve bunların sonucunda kocaman bir beş senelik hayal kırıklığım oldu.
Kısacası ben yabancı olduğum için önyargılı davranmıştım ve onlar da yabancı olduğum için beni aralarına almakta çekinceli davranmışlardı. Şimdi soruyorum size; suçlu hangimiz? Belki hepimiz, belki hiçbirimiz. Böyle karmaşık durumlarda aklıma karıncalara yapılan kavanoz deneyi gelir. Doğu-Batı Çatışmasında yaşadığımız karmaşa her konuda kendini gösteriyor ama sormamız gereken asıl soru şu:
Kavanozu kim sallıyor?