Gregor Samsa Bir Sabah Uyandığında
Kafka’nın ölümsüz eseri Dönüşüm üzerine.
Zavallı bir adam böceğe dönüşüyor. E ne olmuş, bize ne bundan. Tamam bu kadar. That’s all. Yok canım daha neler.
Bize ne sorusunun gerçekten realist ya da rasyonel bir cevabı yok.
Öyküyü parçalara ayıracağız. Parçaların birbiri ile nasıl uyumlu olduğunu, bir parçanın içerisinde diğer parçaların cevaplarını, devamlarını da bulabiliriz. Fakat asıl mesele bunlar değil. Asıl mesele, içimizde uyanan, tanımlayamadığımız ama görmezden de gelemediğimiz hislere, duygulara cevap vermek için bazı genlere, özelliklere, içimizde büyüyen bazı tohumlara sahip olmamız gerekiyor. Bu kaçınılmaz. Biraz da Thanos ekliyoruz.
Mesela güzellik ve acıma. Çünkü bu öykünün gen kodları bu iki kelime üzerine. Bir de eklemek lazım kimilerince sanatı anlatmaya en yakın iki kavram bunlar olabilir. “Güzelliğin olduğu yerde acıma da vardır.” Basit bir sebep sonuç ilişkisi; güzellik ölmelidir. Güzellik her zaman ölür. Bak Marilyn Monroe bile öldü değil mi? Kobe öldü. RIP. Fiziksel olarak ölünce maddenin güzelliği de ölür. Kişinin kıyameti ile beraber dünyasının da kıyameti kopar. Baki olan şu gök kubbede hoş bir sada bırakmak imiş, konu dışı, lütfen.
Ana karakterimiz bünyesinde insanın, insanlığın acınasılığı ile donatılmış bir bireydir. Fakat etrafı grotesk ve kalpsiz karakterlerle, komik ve korkunç figürlerle kuşatma altına alınmıştır. Kaplan gibi haşmetle dolaşan eşekler ya da Sid ile sıçandan olma tuhaf kırmalar, melezler gibi..
Kafka’nın kurduğu bu kâbusta hikâyenin merkezinde bulunan ve insan olan karakterin, insanlık dışı karakterlerle kuşatılmış, fantastik bir âleme hapsolmasıdır. Lakin acınası ve dramatik bir şekilde insan, bu insanlık dışı dünyadan sıyrılıp insanların dünyasına geçmeye çabalar. Nihayetinde umutsuzluk içinde ölür.
Kafka, 1883 yılında Çekoslovakya, Prag’da dünyaya geldi. Kimilerince ama diye başlanacak olan Almanca konuşan Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Çağımızın en büyük Alman yazarlarındandır. Yazarıdır demek abes de olmaz. Öyle ki Rilke gibi şairler ya da Thomas Mann gibi yazarlar, onun yanında ufacık, değersiz, alçıdan yapılmış aziz heykelleri gibi kalır. Kafka, Prag Alman Üniversitesi’nde hukuk okudu. Böyle bir adam 1908 yılından itibaren bir sigorta şirketinde sıradan bir evrak memuru olarak çalışmaya başladı. Çalıştığı yer için Gogol öykülerinden fırlamış bir ofisti diye yorumlar da vardır.
İlginçtir ki Dava ve Şato gibi eserleri hayattayken yayımlanmadı. Ustalık eseri olan Dönüşüm’ü ise 1915 yılında kaleme aldı.
1917’den hayatının son anlarına dek, yedi yıllık bir dönemde Orta Avrupa’nın farklı senatoryumlarında hasta olarak yattı.
Dönüşüm’ün başkahramanı olan Gregor Samsa, Praglı orta sınıf bir ailenin oğluydu. Ailesi Flaubert’in öykülerindeki incelikten yoksun ve cahil kesimi andırıyordu. Oldukça kaba zevkleri olan bu insanların hayatın, sadece maddi tarafı ilgileniyorlardı.
Beş yıl önce, Samsa’nın babası parasının büyük kısmını kaybetmişti. Samsa ise babasının borçlu olduğu birinin yanında seyyar bir kumaş pazarlamacısı olarak çalışmaya başlamıştı. Babası aniden, tamamen çalışmayı bırakmıştı. Kız kardeşi Grete, çalışmak için çok çocuktu, annesi ise astım hastası. Zavallı Samsa sadece ailenin geçimini sağlamakla kalmamış yaşadıkları daireyi o bulmuştu.
Yıl 1912, Orta Avrupa’nın Prag şehrinde, Gregor sürekli yolculuk yapmakta. Öykünün başında Samsa, iki iş seyahatinin arasında geceyi evinde geçirmektedir. Ve ardından o korkunç olay başına gelir.
Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Zırhı andıran sertlikteki sırtının üzerinde yatmaktaydı ve başını azıcık yukarı kaldırdığında kubbemsi, kahverengi, yay biçimindeki sertliklerce bölümlenmiş; üstünde, tutuna bileceği hiçbir şey kalmamış ve neredeyse tamamen kaymak üzere olan yorganın bulunduğu kamını gördü. Diğer kısımlarıyla karşılaştırıldığında acınacak denli ince bir sürü bacağı, gözlerinin önünde çaresizce parıldıyordu.
“Bana ne olmuş böyle?” diye düşündü. Bu bir düş değildi. Gerçek, ama biraz fazla küçük, insanlara özgü odası, yabancısı olmadığı dört duvar arasında sakince durmaktaydı. Üstünde ambalajından çıkarılmış kumaş örneklerinden oluşan bir koleksiyonun -Samsa bir satış temsilcisiydi- yayılı olduğu masanın üzerinde, kısa bir süre önce resimli bir dergiden kesip, altın yaldızlı hoş bir çerçevenin içine koymuş olduğu resim asılıydı. Kürk şapka ve bir kürk atkıyla bezenmiş, içinde önkolunun tamamının kaybolduğu ağır bir kürk manşonu olan, dimdik oturduğu yerden gözlerini izleyiciye doğru kaldırır gibi görünen bir kadını canlandırıyordu resim.
Gregor’un bakışları daha sonra pencereye yöneldi; dışarıdaki can sıkıcı hava –pencerenin pervazına çarpan yağmur damlalarının sesi duyuluyordu- onu tümüyle kederlendirdi. “Biraz daha uyusam ve tüm bu saçma sapan şeyleri unutsam, ne olur sanki?” diye düşündü, ne var ki bunu yapması kesinlikle mümkün değildi; çünkü sağ yanma dönük halde yatmaya alışıktı, ama içinde bulunduğu koşullarda kendini bu konuma getiremezdi. Sağ tarafına dönmek için ne kadar güç harcarsa harcasın, sürekli sırt üstü konumuna yuvarlanıyordu gerisin geriye. Bunu belki yüz kere denedi, debelenen bacaklarını görmemek için gözlerini kapadı ve ta ki daha önce hissetmediği, hafif, boğuk bir acı duyunca bıraktı uğraşmayı…