Sevgili okuyucular, bugün sizinle insanın en önemli sosyal ihtiyacı olan dostluk üzerine beyin fırtınası yapmak istiyorum. Çocukluktan başlayarak yetişkinliğe kadar hepimizin hayatına birçok arkadaş giriyor. Gençliğin verdiği idealistliğe bağlı olarak arkadaşlıklarımızın ömür boyu süreceğini sanıyoruz. Yaşımız ilerleyip ayaklarımız yere sağlam bastıkça, tüm ilişkilerde olduğu gibi arkadaşlığın da sınırlı bir süresi olduğunun farkına varıyoruz. Dostluk, iki insanın hayatın olumsuz ve olumlu yönlerini paylaşmasını, dert ortaklığını, karşılıklı desteği, birbirini anlama ve değer verme, sırdaşlık gibi özellikleri içerir. Psikolojik olarak birey için bir sevme-sevilme kaynağıdır ve temelinde yalnızlık kaygısını bastırma amacı da vardır.
Kapitalizm ve piyasa ekonomisi günümüzde tüm değerleri aşındırdığı gibi, dostluğu da yozlaştırdı. Bu yüzden, çoğu insanın eski dostluklara özlem duyduğunu ve kendi gençliğindeki dostluklarla şimdikileri karşılaştırdığını duyuyoruz. Dostlukla ilgili beklentiler yüksek olunca hayal kırıklıkları kaçınılmaz oluyor. Eskiden dostlukların daha derin ve daha paylaşımcı görünmesinin nedenini, toplumun değerler anlayışına, mal ve hizmet kıtlığına, kitle iletişim araçları ile teknoloji yoksunluğuna bağlıyorum. Bu yüzden, insanlar daha sağlıklı iletişim kurabiliyor, birbirini anlamaya çalışıyor ve birbirine gönüllerini açabiliyordu. Anılarımda geçmişe gittiğimde, sosyal ve ekonomik yapıya bağlı olarak elindekiyle yetinmesini bilen samimi insanların menfaatlere dayanmayan dostluklar kurduğunu ve bunları sürdürdüğünü hatırlıyorum.
İçinde bulunduğumuz dönemde, dostluklar menfaatlere dayanıyor. Para ve güç neredeyse arkadaşlıklarda bile belirleyici hale geldi. Eğer zengin, başarılı ya da tanınmış biriyseniz doğal olarak çok çevreniz olur. Bu kez de, ışığınıza gelen ateş böceklerini arkadaş sanarak aldatılma veya ihanete uğrama ya da istismar edilme riskiyle karşılaşırsınız. Aralarında su sızmayan, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen ve ailecek görüşen dostların, ilişkilerinin çabuk bittiğine, hatta kanlı bıçaklı olduklarını bile gözlemleyebilirsiniz. Bu devirde, borç vermek ve ortaklık yapmak gibi etkenler, dostlukların kolayca sona ermesine neden oluyor. Aynı zamanda insanlar sözlerini eskisi gibi tutamıyor ve sosyal dokuda meydana gelen yıpranmaya bağlı olarak erdem erozyonuna uğruyor.
Bu noktada insan neden dost arar diye sorusunu ortaya atmak isterim. Bana göre, insan sürekli bir aynaya ihtiyaç duyar. Kendisini ötekinin verdiği tepkilere, geribildirimlere dayanarak tanımlamak ister. Değerli olma ihtiyacını, arkadaşının üzerinden tatmin etmeye çalışır. Çocuklukta anne babası tarafından yeterli onay alamamış bireylerin, yetişkinlik dönemlerinde arkadaş merkezli ve hatta arkadaş bağımlısı olduklarını düşünüyorum. Böyle insanları sosyal ortamlarında görseniz, hemen fark edersiniz. Arkadaş canlısıdırlar, etraflarına sürekli arkadaş bulunur. Yalnız dolaştıklarını göremezsiniz. Bir sosyal böcek gibi, iletişim becerilerini arkadaşlıklarını sürdürmekte ve insanları kendilerine bağlamakta kullanırlar. Dışa dönük ve esprilidirler. Arkadaşlıkları sona erebilir veya terk edilebilirler kaygısıyla taviz de verirler. Bu taviz de, genellikle karşındakine olduğundan fazla değer vermek şeklinde gerçekleşir. Birine gereğinden fazla değer verdiğiniz zaman, birkaç olumsuz sonuçla karşılaşabilirsiniz. Bu durumda, ilişkinizde sınırınızı iyi belirleyemediğinizden dolayı ya da geçirgen bir sınırınız olduğu için arkadaşınıza farkında olmadan sizi istismar etme hakkı vermiş olursunuz. Bu istismarın illa maddi boyutunun olması ya da size çok büyük zarar vermesi gerekmiyor. Örneğin, bir arkadaşınızın sizi evinizde dinlerken gecenin bir vakti arayıp sürekli günlük yaşamla ilgili sorunlarını anlatması da bir istismar türü olarak kabul edilebilir.
Yüzeysel arkadaşlıkların kurulduğu bir devirde, çıkarsız ve paylaşıma dayalı gerçek dostluklar aramak insanı mutsuz eder. Zaten her dostluğun bir karşılıklı alış veriş olduğunu düşünürsek, sonunda bu ilişkinin maddi ve manevi çıkarlara dayandığı sonucuna varabiliriz. İnsana dostlukla ilgili hayal kırıklığına uğratan, dostluğun menfaate dayanmasından ziyade çıkar dengesinin karşı taraf yerine bozulması olmalıdır. Bunun arkadaşlık ilişkisinde sürekli verici olduğunuz takdirde karşı tarafın bunu kötüye kullanması anlamına geldiğini fark edebilirsiniz. Kendi zihnimizde dostlukla ilgili beklentiler ve ilkeler geliştirmemiz doğaldır. Bazılarımız çocukluk arkadaşlarıyla halen görüşür ama aynı tadı alamazlar. Çünkü her şey değişime uğramıştır. Çoğumuz okul arkadaşlarına özlem duyarız. Az sayıda insan, arkadaşlarıyla bağlarını öğrenci dernekleri, yıllık toplantılar ve sınıf yemekleriyle pekiştirir. Buna rağmen, okul arkadaşlıklarının çok azı geleceğe aynı samimiyet ve coşkuyla taşınır. Çoğu insan kendi yuvasını kurduğu, farklı şehirlerde yaşamaya başladığı ve hayat gailesinin peşine düştüğü için okul arkadaşlarını unutur. Bazıları sosyal medya sayesinde okul arkadaşlarına yeniden rastlayıp arada sırada onlarla görüşme fırsatı bulmaktadır.
Genel olarak hayatımıza çok sayıda insan girmiş ve çoğunu geride bırakmışızdır. Buna rağmen, dostluk arayışımız sürer. Ancak günümüzde maddi menfaatler ön planda olduğu için eski dostlarımız gibi dostlar bulmak zordur. Kurduğumuz ilişkiler, gelirimize, kariyerimize ve statümüze göre değişir. Toplum içinde saygın bir yere sahipsek veya mesleğimiz önemliyse, arkadaşlarımız buna bağlı olarak çoğalır. Ama hep yüzeysel ilişkiler olarak kalacağı veya kısa dönemli olacağı için tanıştığımız insanlarla ilişkimiz bir türlü dostluğa dönüşmez. Zaten modern zamanlarda çoğu ya iş ilişkisi ya da aktivite arkadaşlığıdır. Bu yüzden, ilişkileriniz beklentilerinizi hiçbir zaman karşılamaz ve bu da sizde bir tatminsizlik meydana getirir.
Sözü daha fazla uzatmadan dostlukla ilgili farklı bir bakış açımı dile getirmek isterim. Aslında hayatımızdaki her dostun, kişiliğimizin farklı bir yönünü temsil ettiğini düşünüyorum. Olumlu yönlerimizin yansıması olan ya da benzeri olan insanlarla ilişkimizi sürdürüp dostluğa dönüştürebiliyoruz. Hayatımıza soktuğumuz bazı arkadaşlarımızla ileride büyük anlaşmazlık ve çatışmalar yaşayabiliyoruz. Böylece, olumsuz yönlerimizle farkında olmadan yüzleşiyoruz. Bu süreçleri bilmeden, iyi veya mükemmel dost arayışıyla sürekli hayal kırıklığı yaşamaktan kurtulamıyoruz. Buna bağlı olarak, Shakespeare’ın, “Her dost dosdoğru dost olmuyor” ve Âşık Veysel’in, “Benim sadık yârim kara topraktır” sözlerini düşündüğümde ortak bir yönlerinin olduğunu hissediyorum. Tasavvuf anlayışıma dayanarak, söyleyene değil söyletene bakıp insanın dost bildiklerinin kendini bulması için bir araç olduğunu ve tek gerçek dostun Allah olduğunu söyleyerek sözlerimi tamamlıyorum.