Dostluk ve arkadaşlık dünya kurulalı belli var olan bir müessesedir. Her ne kadar dostlarımızı kendimiz seçebiliriz desek de bu durumdaki irademiz aslında kısmi bir iradedir. Çünkü dostluk bağı ruhani ve sirayet üzerine kurulmuş bir bağ olup arkadaşlıktan farklı bir durumdur. Evet, belki arkadaşlarımızı rahatlıkla seçebiliriz ama dostlukta bu irade ancak kısmi seviyelerde yer almaktadır.
En iyi anlaşan dostlar hemen hemen her açıdan bir biri gibi olan insanlardır. Zevkleri, ideolojileri, duygusal reaksiyonları, tesir eşikleri, vs. gibi durumları aynı olan insanlar birbirini çok sevmektedir. Çünkü kalp her zaman ya kendisi gibi olanı ya da olmak istediği gibi olanı sevmektedir. Bu durum da insanoğlunun fıtratında yer alan benlik yani ene duygusundan kaynaklanmaktadır. İnsanlar birbirleri ile ilk karşılaşma anlarında bile ya şiddetli bir soğukluk ya da şiddetli bir samimiyet hissederler işte bu sirayet karşımızdaki kişinin bize ne kadar benzediğini gösteren bir ibre gibidir.
İnsanlar cismani konuma gelmeden evvel yani ruhani boyutta iken dünyaya gelmeden önce burada tanışırlar. Burada tanışan ruhlar birbirini sevmişse dünyada da birbirlerini severler. Orada tanışıp anlaşamazlarsa dünyada da anlaşamazlar. Bu durum yeni tanıştığımız bir insanı sanki uzun yıllardır tanıyor gibi olmamıza neden olur ya da tam tersi olarak yeni tanıştığımız bir insana karşı nedensiz olarak soğuk davranmamıza neden olur. Bu durum Hadis- Şerifte de belirtilmiştir. [Buhârî, Enbiya 2; Müslim, Birr 159, (2638); Ebû Dâvud, Edeb 19, (4834).]
Kalp bu konuda adeta bir beyin gibi idrak merkezi konumundadır. Buradaki idrak sirayet ile olmaktadır. Kalbin bu konudaki tesir idrakı insana belirli bir ölçüde yol göstermektedir. Daha sonraları araya akli durumların girmesiyle bu sirayet durumu bozulmaktadır. Nefsi beklentilerimiz, eğlence arayışlarımız, boş vakitleri doldurma arzumuz bizi benzemediğimiz insanlarla bir arada tutmaya itmektedir. Fakat bu birliktelikler asla uzun sürmemektedir. Çünkü dostluktaki tercih durumu dünya ve ahiretteki tercih durumu gibidir. İnsanlara iki hayat sunulmuştur bunlardan bir geçici biri ebedidir. Bazı insanlar nefsine aldanarak geçici hayatı ebedi hayata tercih eder bazıları da ebedi hayatı tercih eder yani yol ikidir. İnsan ilişkilerinde de bu durum aynıdır. Bir geçici insanlar vardır bir de kalıcı insanlar (dostlar) vardır. Dostluklar hem dünyevi hem uhrevidir. Gelip geçici olan dünyayı ebedi ahirete tercih edenler ziyanda olacakları gibi geçici insanları da kalıcı insanlara tercih edenler yalnızlık ve ziyan içinde olacaklardır.
Bu tercih de benlik duygularının ve nefsi arzuların sirayet duygusunu bastırmasıyla ortaya çıkar. Sirayet aslında her daim bize yol gösterse de bu tür akli ve nefsi durumlar bizi yanlış tercihlere sevk edebilmektedir.
İnsan tokalaştığı insandan bile müspet veya menfi bir tesir almaktadır. Muttaki bir insanın bir fâsık ile kucaklaşması iki taraf içinde bir sirayet oluşturur buradaki tesir tatbikata dönüşür tabi bu dönüşüm yekûn bir şekilde değil kısım kısım olmaktadır. Hatta bu tesir o kadar kuvvetlidir ki “Seyr-i Anillah” konumuna erişen insanlar hiç tanımadığı bir fâsıkın fiziki temasından rahatsızlık duyar ya da tanımadığı bir fâsıkın ortama girmesi bile onda olumsuz tesir hissi bırakır. Dostluk hissi fıtratında cismi bir bağ olmayıp ruhani bir bağdır fakat bu durum her insanda teşkil etmez ancak mana âlemine (melekût âlemine) erişen velilerde, dostluk bağı cismi bir bağ olmaktan çıkıp ruhani bir bağa dönüşür ki farklı mekânlarda olsalar bile birbirlerini hissederler. Bu durum fıtri olarak her insanda mevcuttur lakin her insan bu durumu kullanamamaktadır. Bunun için de ruhsat lazımdır zira altı delik bir kovaya ne kadar su konulursa konulsun o kova su ile dolmaz.
Sirayetin en büyük aracısı ise muhabbettir. Hak yolda ilerleyen biri de bir muhabbet vesilesi ile bu yolda ilerler batıl yolda olan biri de. Bir sarhoşa muhabbet besleyen gün gelir sarhoş olur bir Allah dostuna da muhabbet besleyen gün gelir Allah dostlarından olur. O nedenle insanın kiminle sohbet ettiği kime karşı sevgi ve muhabbet beslediği o insanın kişiliğini oluşturur. Bu durumun zahir olmasını sağlayan da sirayettir.