Dünya senin, dünya benim, dünya kimsenin…
Bu sözler ünlü Azerbaycan şairi, rahmetli Memmed Araz’a aittir. Neden fikirlerimi bu sözlerle başlıyorum diye merak edebilirsiniz. Çünkü yazacaklarım bir avuç toprak ve bir damla su ile, aynen bir avuç toprak bir damla su ile kuşanmış Dünyamızla ilgilidir.
Yüce Yaradan bizleri evrene bahşettiğinde Dünya adlı bir evle ödüllendirdi. Bu ev, insan evladı geliştikçe o da gelişti, büyüdü. Ev büyüdükçe insan evladının nefsi de büyüdü.
Topraklar, okyanuslar, denizler, nehirler arttıkça, insan evladı bu büyüyen nefsine sahip çıkamadı. Ne sahip olduğu bölge, ne şehir, ne kasaba, ne de köy onun bu nefsini öldüremedi. Daha çok, daha çok toprak peşinden koştu. Ama nasıl koştu? Kan dökerek, yakarak, yağmalayarak. Başkalarının topraklarından kendine saltanatlar, şahlıklar, hanlıklar, krallıklar kurdu. Kurdu, yine de gözü doymadı.
Bu saltanat sahipleri, sülaleleri için yarına miras olarak daha fazla toprak bırakmak isteği ile savaşlar yapmaktan, kan dökmekten hiç sakınmadılar. Asırlar geçti, yüzyıllar yerini yeni yüzyıllara bıraktı. Ama bu toprak sevdası bitip tükenmedi…
21. yüzyıl geldi. Geldi de, nasıl geldi? Bu da aynı “kardeşleri” gibi yakarak, yağmalayarak, kan dökerek geldi. Savaş sevdalısı olan devletler kana doyamadılar, hâlâ doyamıyorlar. Dünya’nın ne tarafına bakarsak mutlaka onun çok bölgesinde savaşla karşılaşıyoruz.
Büyük devletlere sahip oldukları toprakların arsası neden yetmiyor? Neden hep yeni toprakların işgali peşindeler? Neden kendi vatandaşlarını, aynı zamanda gasp etmek istedikleri toprakların insanlarını bir avuç toprak uğruna kurşunlara diziyorlar? Neden büyük devletlerin en önemli maksatları toprak işgalleridir?
Tarih boyunca dökülen kanlar, ölen insanlar, topraklarından koparılarak göç eden masum canlar yetmiyor mu? Bugün gasp etmek istedikleri toprakların insanlarını kan deresinde boğan bu devletlerin başında duran büyükler, gerçekten mi bu dünyanın kimsenin olmadığına şüphe duyuyorlar? Yani onlar o kadar mı basit düşünceye sahipler?
Ben bu yazımı boşuna “Dünya senin, dünya benim, dünya kimsenin” diye başlamadım. Kimseye kalmayacak bir alan için, kimsenin sonuna kadar sahiplenmeyeceği bir avuç toprak için, kimsenin sonuna kadar içemeyeceği bir damla su için bu kadar kanlar döküp, bu kadar canlar almaya değer mi? Tabii ki değmez…
Bu konuda tarih boyunca çok aydınlar yazdı, çok aydınlar bu düşünce yüzünden hayatını zindanlarda kaybetti, çok aydınlar kendi topraklarından sürgün edildi. Maalesef ne bu savaşlar bitti, ne bu katliamlar sonlandı ne de İNSAN diye evrene bahşedilen mahluk kandan doydu…
Her gece uyumadan önce düşünüyorum, keşke sabah uyandığımızda çok farklı bir sabah bizi karşılasa. Savaşsız, kansız, işgalsiz bir Dünya bizi selamlasa. Nasıl da mutlu olurdu insan evladı.
Dünya dediğimiz, kendimizi onun sahibi sandığımız bu evde, kandan, savaştan, işgalden yoksun bir ömür yaşasak nasıl güzel olurdu. Değil mi?