Her küçük çocuğun bir kahramanı vardır elbette. Küçüklük anılarının temelini oluşturan, hayatta mutlu olması için ona bir sebep veren ve her zaman sevildiğini hissettiren. Kimininki akşam okuldan geldiğinde izlediği çizgi filmdeki süper kahraman olur, hayranlık duyduğu ve ileride olmak istediği kişi. Kimininki sınıftaki öğretmenidir, ona ilk okumasını yazmasını öğreten. Benimki ise bazı çocukların aksine daha beklenildi. Bu kirlenmeye yatkın pis dünyada her zaman temiz kalmamı sağlayan, en yalnız hissettiğim anlarda bile yanımda olup o yalnızlık denen kara boşlukta boğulmamı engelleyen o tek güzel şey: Annem.
Her çocuğun ilk aşkı annesidir ve onun koşulsuz şartsız sever. Ancak her anne bu sevgiye sorgusuz ve koşulsuz cevap veremez. Bu sebeptendir ki her kadın anne olabilir, ancak iyi bir anne olamaz. Çoğu çocuğun şanssızlığı da tam olarak buradan gelir çünkü iyi bir anneye sahip olmak demek sadece figüran bir anneden ziyade iyi bir arkadaş, iyi bir sırdaş ve sen ne yaparsan yap desteğini senden esirgemeyecek bir dayanağa sahip olmaya benzer.
Ben ise o çocukların aksine hayattaki tek şansımı annemde kullanmış gibiydim. Çünkü küçüklüğümden bu yana ne zaman ağlasam duyan, ne zaman seslensem gelen ve zor günlere yaşanmamış gibi hep birlikte güldüğümüz kişi her zaman annemdi… Küçükken benim de o yaşta olan her çocuk gibi yapmaktan keyif aldığım favori aktivitelerim vardı. Bunlar arasında koşmak, paten sürmek, yumurta boyamak gibi bir sürü masum aktivite varken içlerinde hiçbir şeye değişmeyeceğim bir aktivitem daha vardı: annemle hikaye saatlerimiz.
O zor geçen okul günlerinin ardından eve gelir, annemin bana yaptığı o enfes yemeklerden yer ve yatma saatimin gelmesini dakikaları saymaya başlardım: 6..5..4..3..2…1 ve saat tam 21.00 olur olmaz ise yatağa doğru koşmaya başlardım. Küçük ayaklarım yere o kadar hızlı ve dengesiz basardı ki sürekli düşerdim ama o heyecanla hissettiğim acıyı bile dikkate alamaz hemen kalkar koşmaya devam ederdim.
Sonra yıllar geçti, küçükken yaptığım aktivitelerim yavaş yavaş anlamını kaybederken yenileri anlam kazanmaya başladı. Tercihlerim, zevklerim ve önceliklerim değişti çünkü ben büyümek denilen o dönem içinde savrulmaya başladım, ancak hiçbir zaman boşa savrulmadım. Çünkü her zaman elimden tutan bir annem oldu.
İşte tam bu sebepten anneler günü benim için her zaman çok önemliydi. Annemi mutlu edecek hediyeler almak gençliğimin ve büyük olasılıkla da yetişkinliğimin en vazgeçilmez davranış biçimlerinden biri olacaktı. Bir gün oturdum saatlerce ne alabileceğimi düşündüm, kafamın içinde manevi bir değere ulaşamayan tüm hediye fikirlerini eledim ve televizyonda karşıma çıkan Seymour Joseph Guy’un “Story of Golden Locks” tablosu ile kalbimden geçen ve annemi en mutlu edecek o hediye fikrine kavuştum çünkü basit bir resim gibi görünen bu tablo, kafamın içinde anılarımla bütünleşip bende manevi bir anlam uyandırmayı başarabilmişti.
Bu sebepten bende ikimizin de hiçbir zaman bıkmadan usanmadan saatlerce okuduğu, annemin uyku ile verdiğim o üstün mücadeleden her zaman galip çıkmasını sağlayan, annem ile bizi birbirimize bağlayan o meşhur kitabı aldım ve gözlerinde oluşan o mutluluğu gördüm.
Bir insanın hayatta bir den fazla şansı olabilir, hayatındaki şansların hepsini kendi yaratabilir, gelen fırsatları doğru değerlendirebilir. Ancak iyi bir anneye sahip olabilmek için elinden yapabileceği hiçbir şey gelmez. Çünkü iyi bir anneye sahip olmak herkesin başına gelebilecek bir şans değildir, ama eğer bu şans size denk geldiyse değerini bilmek gerekir ve ben bu dünyada o şansı yakalayan kişilerden biriyim. Hatta bundan o kadar eminim ki tüm dünya beni karşısına alsa yanımda annem olduğunu bilmek için kafamı sağıma dahi çevirmem çünkü bilirim, o hep oradadır zaten.
KAYNAKÇA: Guy, Seymour Joseph. Story of Golden Locks.1870. Resim
Sevgili Genç Yazarım
Yazınızı tüylerim diken diken olarak okudum. Bir anne olarak gözlerim doldu. Yazdığınız yazı güneş gibi içimi ısitt. Bu yazı da geçen en büyük kahraman annenize teşekkür ederim. Duygularınıza sağlık.