Bazen harfler kendiliğinden kavuşur kelimesine, kelimeler ise cümlesine. Cümleler makalesine…
Aldığımız her nefesin bir hikâyesi var neredeyse. Ama ne hikaye… Ciğerimize girmesine izin verdiğimiz nefesimizin, yeni güne yeni umut diyerek açtığımız perdemizin, hatta sabahın ilk ışığıyla sokakları inleten daraba seslerinin her şeyin bir hikâyesi var neredeyse…
Çok geçmedi, daha bir hafta öncesi, ağzımdan çıkan sonbahar dumanlarının gölgesinde çalıştığım iş yerine yakın bir köşede park yeri arayışımın üzerinden. İş yerinin iki sokak ötesi, kalkan cenaze aracının boşalan üç buçuk metrelik bıraktığı boşluk… İşte tam orası deyip direksiyonu sağa çevirişim halen aklımda… Buğulu camdan seçebildiğim kadarıyla, arabama hızlıca koşan bir genç delikanlıydı aslında güne yansıyan makalenin başlığı… Sıradan “Buraya biz park edecektik” kavgası. “Et kardeşim” Her lafım genç delikanlının sinirine atılmış bir kezzap etkisinde. Kafasındaki kırmızılık neredeyse yüz metreden hissediliyor. “Hayırdır kardeşim bir park yüzünden kavga mı edeceğiz?” Genç delikanlı kafayı takmış, illa da kavga… Peki neden? Adını ne koyacağız. Bakıyorum da kütük aynı, toprak aynı, ata aynı, soluduğumuz hava, içtiğimiz su aynı… Genç delikanlının kinini tebessümüm ile bir kenara atıp park ettiğim yerden aracımı çıkarıp uzaklaştım oradan. Korkudan mı? Hayır, yitirilmiş kardeşlik duygusunun hüznü de diyebiliriz. Aslında filmin sonu tabii ki bu değildi. Genç delikanlının babası oğlunu sokak ortasında bir güzel hırpaladı. Hırpalamak diyelim, diyelim de kelime zorbalığı yapmış olmayalım. Aracımı park ettikten sonra aynı güzergaha yeniden gelişim ve genç delikanlının babasının masum bakışı; “Hakkınızı helal edin” serzenişi… Hikaye nasıl mı bitti, ben de anlamadım. Aslında içimize yerleştirilmiş bir el bombasından daha etkili olan bir nefret tohumu var sanki. Sanki birilerine kafa tutmak için ufacık bir bahanenin arayanı olmuş gibiyiz. Gözünün üstünde neden kaşın var gibi…
Gel gelelim meseleye, Orta Doğu su kaynıyormuş; Anadolu’muz su kaynıyor su… Hele getirin yeniden eski Latife Teyzeleri… İkramlar kokudan önce yayılsın. Toprağı, havayı, suyu her tarafı kardeşlik sarsın. Yeniden ip atlasın komşu kızları ile komşu erkekleri. Akşam çaylarında ondan aşağı kaşık sesi duyulmasın yeniden. Eller hırpalamak için değil yardımlaşmak için uzansın. Diller bedduayı değil duasını duyursun. Bakkal amcalar dükkânı açık bırakıp camisine gitsin. Büyükler el yabancı çocukların kafasını okşasın, çocuğun ailesi bu durumdan korkmasın. Komşu komşuya yaver olsun. Evliliklerin hepsi mezarda bitsin. Geçmişi yad etmiyoruz, geçmişi mumla arıyoruz mumla… Kim bıraktı bu nefret tohumunu kalbimize? Kim etti bu sonu gelmeyen bedduayı?
Şimdi her o sokaktan geçtiğimde o genci arıyor gözlerim. Kızmak için değil , sarılmak için aslında. Çünkü biz biriz, biz kardeşiz. Hepimiz bir cümle kadar kısa olan şu dünya kervanında virgül değil miyiz? Noktamız ise ölüm… öyleyse ömür bitmeden bitirilmeli bu zulüm…