Yüksek bir duvar. Duvarın etrafını sarmalayan sarmaşıklar. Bu duvarın arkasında ne var?
“Sonbaharın bitişleri anımsatması, adeta sonu temsil etmesi ne kadar da hüzünlü,” dedi adam. Kara bulutlar, sert rüzgarlar, dökülen yapraklar…
“Ölümü seyretmek ne kadar güzel,” dedi çocuk, dökülen yapraklara bakarken.
“Yapraklar sana ölümü mü anımsatıyor?” diye sordu adam.
“Evet, bir yandan da yeniden doğuşu,” dedi çocuk. Turuncu ve sarı tonları ne de çok yakışıyor ağacın dallarına, toprağın yanına.
Kafasını yukarı kaldırdı ve bulutlara baktı. Yüzüne damlayan su damlasını eliyle sildi.
“Neden buradayız?”
Defterinin koparılmış sayfasına baktı. Kesik kağıt parçası defterin orta kısmında kalmıştı. Sayfaları çevirdi. Arka sayfada “Biz ne zaman mutlu olacağız?” yazıyordu.
Bir ses duydu. Kulağını deftere yaklaştırınca sesler daha da net duyulmaya başladı. Ağlama ve çığlık sesleri gittikçe yükseliyordu. Defterin kapağını kapattı, sesler kesildi.
Bu sefer yağmurun şiddeti artmış, toprağa çarpan su damlalarının tok sesi kulaklarını doldurmaya başlamıştı.
“Buradan çıkmalıyız, bu duvarın arkasına geçmeliyiz,” dedi adam.
“Tamam, biraz daha oturalım. Sarmaşıklardan yukarı çıkarız, duvarın arkasına geçeriz. Biraz daha yaprakları izlemek, yağmurun sesini dinlemek istiyorum,” dedi çocuk.
Yere düşen yapraklara hüzünle baktı.
“Durdurmak mı anı? Geri mi almak isterdin zamanı yoksa merak ettiğin geleceğe mi giderdin? Geçmiş, geçmişte kalmış, gelecek ise daha yaşanmamıştır. Ne geçmiştir ilgimi çeken ne gelecek. Şu andır. Anda yaşanınca geçmişte kalacaktır.”
Bütün zamanlar, kayıplar, bilinmeyenler, gizemler… Hepsi oradaydı.
Yağmur dindiğinde, yağmurun kokusu toprakla birleşince ruhunu tazelemeye başlamıştı.
Yüksek bir duvar. Duvarın etrafını sarmalayan sarmaşıklar. Bu duvarın arkasında ne var?
“Hadi gidelim, duvar bizi bekliyor.”
“Duvarın arkasında ne var?”
“Gidince göreceksin, çocuk.”