Duvardaki fotoğrafın o olduğunu söylediğinde şaşırdım. Hacı teyze saatlerce eski eşinin kedisine çektirdiği çileden, vefasızlığından, hayırsızlığından bahsetmişti ve şimdi çocuklarının ve torunlarının da fotoğraflarının olduğu o odadaki duvarda en güzel yerde rahmetli eski eşi Ömer beyin fotoğrafları vardı. Bir de fotoğraflara ekleme yapmış, torunları ve evlatları ile onu yan yana getirmiş. Ömer bey fotoğraftaki ailesi ile birlikte adeta yaşamaya devam ediyordu. Bir de sevgi hissettim, “Bu da Ömer” deyince. Evet evet kesinlikle özlem ve sevgi vardı cümlesinin ruhunda, sesinin buruklaşıp sarılır gibi dudaklarından çıkmasında. Ömer bey ile on yedisinde evlenmişler sonra boşanmışlar. Boşandıktan kısa bir süre sonra Ömer bey hastalanıp ölmüş. Hacı teyze şimdi 75 yaşında ve Ömer beyden sonra kimseyle de evlenmemiş. İki oğlunu büyütmüş, okutmuş, bir sürede İzmir’e göç etmek zorunda kalmış. Anne baba evinde rahat edememiş daha doğrusu rahat ettirmemişler. Sevgisiz, soğuk, hırpalayıcı davranmışlar ona. “Sen kuru ekmeğe alışkınsındır, kuru ekmekleri sen ye Gülnaz” derlermiş. Bunu üstüne basa basa iki kez anlattı, çok gücüne giden şeyler olmuş. İzmir’de bir fabrikada iş bulmuş, çocukları da alıp gitmiş. “Başımın çaresine de öyle güzel baktım ki güzel kızım valla kimseye el açmadım, muhtaç olmadım ama çok zor günler de geçirdim. Kimi zaman çocukların ihtiyaçlarını alamadığım oldu. Küçüğe aldım çok ağlamıştı ama Halil’ime yeni bir çanta alamamıştım. Çocuk yıllarca o eski püskü çantayla gitti okula. Şimdi Halil diş hekimi oldu, bir de kız torunum var, eşiyle de severek evlendiler, çok şükür mutlular da.” “Diğer çocuğunuz nerde?” dedim. “Ali okul kazanamadı, bir fabrikada çalışıyor ondan da iki erkek torunum var o da seviyor eşini. Taşı sıksa ekmeğini çıkarır o, öyle çalışkandır ki, o da Halil gibi İzmir’de yaşar.” “Sen neden burada kalmayı tercih ettin Hacı teyze diye sordum.” “Ben yapamam artık İzmir’de, iki kız kardeşim de burada, birbirimize gider geliriz, dertleşiriz, her şeyimizi bölüşürüz, burada keyfim güzel hem şehrin har gürü de yok, sessiz sakin sahil kasabası burası. Bak benim köyüm de şu dağın arkası diye parmağıyla gösterdi köyünü.” “Beni buraya gömerler artık, başka yerde toprağım bile kurur benim, huzur bulamam. Allah uzun ömürler versin size” dedim.
Tam 3 saat hasbihal ettik Hacı teyze ile. Gülnaz teyze demiyorum çünkü o kendisine Hacı teyze dememi istemişti. Bu ikinci görüşmemizdi. İlkinde beni bahçe kapısında durdurup, “Sen kimlerdensin güzel kızım” diye sormasıyla başlamıştı tanışmamız. Buraya tatil için geldiğimizi, burada da bir süre kiracı olacağımızı söyledim. Biraz kendimden bahsettim. Sonra gel sana kahve yapayım dedi. Aslında o gün evde biraz işlerim vardı ama anladım Hacı teyzenin yalnızlığını. İnsan bazen hissediyor. Konuşmaya ihtiyaç duymak nasıl insanca, nasıl gerekli bazen. Ben de Hacı teyzenin öyle hissettiğini duyumsadım, kıramadım onu. Olur şu elimdeki poşetleri bırakıp geleyim dedim. Evi pırıl pırıldı, dayanamadım söyledim. Bu kadar büyük bir evin temizliğini sen mi yapıyorsun Hacı teyze dedim. Ben yapıyorum kızım, Allah gücünü kuvvetini veriyor, çok şükür dedi. Bir de çiçeklerle süslemiş evi. Capcanlı, nasıl ferah, güzel bir evdi. Bahçesi de evin içi gibi çiçeklerle doluydu.
Aklım da duvardaki Ömer beyin fotoğrafı vardı. Ömer bey ona o kadar acı çektirmişti, hayal kırıklığı yaşatmıştı ama fotoğrafları hala o duvardaydı ve fotoğrafları bugünle de birleştirmişti. Hacı teyze mahalleden bahsetmeye başladı. Son duyduğum burada hiç komşuluk kalmadı, kimse kimsenin çalmıyor artık cümlesiydi. Ben Ömer beyin fotoğrafına dalıp gitmişim. Fotoğrafın her şeye rağmen orada olması beni düşüncelerden duygulara, duygulardan düşüncelere götürdü. Belki de boşluk, can acısından daha ağırdır diye düşündüm. Kötü bile olsa anılar, yalnızlıktan daha tatmin edicidir. Yaşamış sonuçta, başka da kimseyi istememiş. Nasıl sevmiş Ömer beyi dedim içimden. Evet çok sevmiş olmalı, kendisi de söylemişti ben onu çok sevdim ama o beni sevmedi demişti. Demek bazen yalnızca sevmek bile yetiyor dedim. Her şeye rağmen neden Ömer beyin fotoğrafları burada diye sormayı çok istedim ama bir şeyleri yıkmaktan, zedelemekten korktum. Eleştiri gibi olurdu, belki içinde bir yer acırdı. O Ömer beyi bugünle, torunlarınla bile birleştirmiş, öyle kurmuştu yuvasını. Her şeye rağmenin içindekileri büyütmek istemedim. Hem ben her şeye rağmen diyordum ama ona göre her şey belki de bambaşkaydı. Bu soruyu sormadım. İçindeki boşluk duygusu dolmuş ya bu yeter dedim. Canı acısa da, kalbi kırılsa da hep sevilmemenin acısını içinde hissetse bile o boşluk dolmuş ya ve Hacı teyze seviyor o odayı ve bu hikayeyi. Çektiği acılar bile onu hayalindeki sevdiceğinden koparamamış.
Zamana bile meydan okumuş, siyah beyaz fotoğrafları renklileri ile birleştirmiş. Biteni bile yeniden yazmış, sona meydan okumuş.
Demek ki boşluk en ağırı dedim. Ansız kalmak en acısı. Demek ki sevmek 75 yaşında bile ilk günkü gibi insanın cümlesine sirayet edip, ses tonundan haykırıyor, duvarlardan taşıyor dedim. Zamanın siyahına yalnızca beyaz değil farklı renkler de ekliyor ve hepsini bir duvarda birleştirip insanın ruhuna sarılıyor.